“Kirlenmek güzeldir” diyor reklamda, kirlenmek elbette güzeldir. Tenimiz, kalbimiz, kanımız kirlendikçe alışır dünyaya. Kirlendikçe Adem ve Havva oluruz. Kirlendiğimiz için dünyadayız. İçimize boşalan ırmaklar, gönlümüzün camlarını yıkayan yağmur kirli olduğumuz içindir. Kirlendiğimiz için su sudur, ateşin kirlendiğimiz için farkındayız. “Kirlenmek güzledir” kelamı kirli ve güzel kelamdır; yoksa nasıl varırız arınmanın tadına; ruhumuzun yıkanmaya ihtiyacı olduğunu duyma güzelliğini yoksa nasıl anlarız.
Bir kentiz. Surlarımız var. Caddelerimiz…Caddelerimizde açılan çarşılarımız var, çarşılarımıza açılan caddelerimiz… Hepsi aynı yere çıkıyor yolların. Çarşılar toprak çarşısı. Suyla karılıyoruz, suyla kanıyoruz, suyla kandırılıyoruz. Oyunlarımız sudan. Suya karışacağız günü geldiğinde. Dikkatli bakıyoruz; günler de sudan.
Nedense bir müzede, özenle desenlenmiş, özenle işlenmiş ve özenle korunan bir gözyaşı şişesini izlediğimde burnumda karıncalar oynaşmış, içimin denizlerine yeni ırmaklar icat etmiştim. Ağlamak da yetmiyor o meyveye uzanmak için. Ne var ki o meyveye uzanmanın başkaca bir yolu yok.
Şair bir şişeye koyuyor ömrünü ve suyun en derin yerine bırakıyor. Bin yıl sonranın dalgıçları için inciler, inciden ince dizeler, yarım aşklar ve ince hayal başakları… Suya değse onlar da eriyecek… Sanıyorsunuz ki kıyamet dediğiniz şey acıyacak şişeye. Boşuna yaşıyoruz kardeşlerim. Camın da bir ömrü var. Canın ömrü olduğu gibi. Yine de suya bir ses bırakmak teselli ediyor Adem’in biraz başka şeylerden çokça sudan çocuklarını…
Su savaşları çıkacakmış günün birinde, öyle diyorlar, kavimler kanlarını bir yudum su için akıtacaklarmış. Hüseyin Kerbela sahrasında attan düştüğü günden beri inanırım savaşların su yüzünden olduğuna, suyun başında haydutların yuvalandığında… Varsın çıkacaksa çıksın bütün savaşlar birden. Kanımız suya karışsın, yeniden, daima… Yıkanmak için gelmiyor muyuz sanki dünya dedikleri şu buzdan musallaya…
Daldan dala, dalgadan dalgaya konuyorum, aklım su köpüğüne karışıyor adına çıldırmak denilen ırmağın kıyısında. Kıyıdan seyrediyorum kendimi. Kendime baktığımda uzaklaşıyorum sizden. Suyla aramda kıyı yok. Kıyısı yok ölümün. Denize ulaşmak için yürüdüğümüz yola ömür demiş bilenler; tükeniyor o da… Koşar adım gidiyoruz ben sizi bir damla sudan yarattım diyen Tanrı’ya; ayaklarımız su toplasa da… Bir çare bulunmadı çünkü kişi oğlunun ölümsüzlük dediği derde; susuzluğa…
Sudan bir heykel yontuyorum itinayla, yazıya su veriyorum, suya bırakıyorum kalemi. Bir şarkı tutuşturuyorum yazıyla kalem arasına; sesinde ölüm kokan hayatımızın büyüsü, anlamında acı var.
Sevgilimize bir yağmur damlası, bir damla yağmur götürmek için çırpınıyoruz ömrümüz boyunca. Güneşi görmese de dağılıyor o damla. Çırılçıplak kalıyoruz kendimizle aşkın eteklerine tutununca.
Kendimize mektuplar yazıyoruz, kaderimizde ve kederimizde ince çizgiler oluşuyor, o yazılardan ve o çizgilerden kurduğumuz ada, o incelikler dünyası birazdan karışacak suya. Yaz bitecek, yazı bitecek, yazgı devam ediyor. Andolsun suya ve aşka.