PERDE…
“Ak mürekkeple sevişen bir meleksin sen
Ve kara sözcüklerle de savaşan…
Savunmasızım aşkına karşı
Ve tabiiyim öpülesi kalbine
Sen de sev beni bebek
Öp kalbimi.”
Korkmayın demiştim size. Ve korkmayın ve korkmayın ve korkmayın….
Onlarca kez kendime de söylemiştim bunu ben ve öğrenmiştim sonunda korkmamayı… Ve hatta bilmediklerimden bile korkmamayı… Umarım siz de öğrenirsiniz. Hatta umarım benden öğrenirsiniz. Çünkü ben sizden çok şey öğrendim.
Ama sizin korkunuz ölüme ilişkin bir korku değildi biliyorum. Çünkü siz -size diyorum işte anlamıyor musunuz?- ondan korkmayacak kadar onurluydunuz. Ve bir parya olsanız da bir asildiniz siz, bunu da biliyorum. Ve o asil ruhunuzu kırgınlıklara tutsak ettiğim için ne kadar suçlu olduğumu da…
Evet gidiyorum şimdi. Ama bana göçmen kuş demeyin. Ben göçmen kuş değilim. Ve sizden başka herhangi bir şeyin, benim gidişimle ilgili olduğunu da sanmayın. Çünkü bu bana, -lanet olası zavallı bana- yaptığınız değil ama yapabileceğiniz en büyük kötülük olur. Siz şimdiye kadar bana kötülük yapmadınız.
Anımsıyor musunuz? Ne güzel de gelmiştiniz. Ve ne güzel girmiştiniz öyküme… Tarihime yani, öznel tarihime… Ve yüreksiz değildiniz gelirken. Ben giderken siz gelecek misiniz bilmiyorum ama eğer gelirseniz başkaları gibi yüreksiz gelmeyin. Daha doğrusu hiç gelmeyin siz evet. Ne güzel de söylüyorsunuz gelmem diye. Gelmeyin, evet gelmeyin… Ama bana gelme demeyin. Çünkü yemin ediyorum geleceğim birgün… Herşeyle birlikte akan bir özne olarak geleceğim. Başka, bambaşka bir özne gelecek size. Başka bir yaşamın çocuğu. Başka zamanların çocuğu… 225 milyonda birin çocuğu… Kahrolası çocuk… Ama sizin çocukluk masallarınızdaki prens değil… O, olamayacağım hiçbir zaman. Hiç kimse prens olamaz.
Belki ayaklarınıza bile kapanmaya geleceğim birgün… İstemeyerek kovduğunuzu sezdiğim anda daha fazla kapanacağım ayaklarınıza ve hiç bırakmayacağım onları… Ne diyeyim Tanrım! Bilmiyorum. Tamam söyleyeceğim: “Bekleyin beni, n’olur bekleyin. Çünkü beklemezseniz ben sizi bulamam. Beklenilmeyen sizi bulamam. N’olur bekleyin beni. N’olur, n’olur, n’olur.”
Gelmek üzere niye gider ki insan? Evet yanlış belki bu gidiş. Ama olması gerekiyor işte. Gerçek olan şeyler olması gereken şeylerdir ve aslında sandığımızın aksine yanlış da değildir onlar. Tıpkı insanlar arasındaki iletişimler ya da ilişkiler gibi… Evet ilişkiler… Kutsanası ilişkiler…
Neyse geçelim onları. Yanlış olan korkularınızdı. Daha doğrusu -aslında doğru olup da bana yanlış gelen- aptal zihnimin, küfür edilesi zihnimin özümseyemediği şeydi korkularınız… Doğruydu ve siz haklıydınız. Haklıydınız diyorum çünkü bunu ‘zaman’ söyledi bana. Zaman sizin haklı olduğunuzu gösterecektir. Artık insanlara haklı oldukları durumlarda haklarını teslim etmeyi öğrendim ben. Geçmişte -belki başka hiç kimsenin olmadığı kadar- narsist olan ben, sonunda öğrendim bunu. Hem de sizin sayeniz de biliyor musunuz? Benden daha onurluydunuz, benden daha zekiydiniz, benden daha öngörülüydünüz, benden daha -iyi olan başka her ne var ise O’ydunuz- siz.
Gidiyorum, affedin beni! Bana gerçek sevgiyi öğreten siz! Affedin, yalvarırım. Geleceğim yine… Ve gelmek için gidiyorum. Gitmeden nasıl gelinir ki…
Ve durun bir dakika bir gidiş bile değil bu. Siz, “Gittiğin gibi git” diyorsunuz ama varsın yadsıyayım öyle gidişi… Gidişim, sadece -sizin istediğiniz savaşın bir parçası gibi addedilsin önemli değil. Ama ben yine de savaş demiyorum ona.
Şunu iyi bilin ki, yüreğinize yazılmak için gidiyorum ben. Sizi gerçekten kazanabilmek için… Hadi tamam, itiraf ediyorum. Yine kazanmak veya kaybetmek için savaşıyorum . Sizi gerçekten kazanabilmek için. Ama sanırım yine kaybedeceğim… Ve hatta kaybettim bile.
Ve yapamayacaklarımı konuşmuyorum, düşünüyorum onları sadece. İnsan ölürken yapamadıklarını düşünürmüş ya, ben de öyle düşünüyorum işte. Sözler veriyorum size.
Neyse boşverin bunları. Neydi sizin izinsiz kalp yoklayışlarınız. Ben yükselen adrenalinimi biliyorum. Aşktı bu. Bir fırtına. Ateşi almaya gelen değil ama tersine onu söndüren bir fırtına. Ben ateş almaya değil yanan ateşi söndürmeye gelmiştim.
Kendinizden başka hiçbir şeyi kabullenmediniz biliyorum. Hiç olmazsa kalbinizde çarpıntılara neden olan beni kabullenseydiniz.
Ben sizi kabullenmiştim. Siz de alışmıştınız bana. Ve etrafınızdaki demir sürgülü kapılara, büyük pencerelere, ya da lanet olası dairelere -işte her neyse onlara- çarpmamıştım ben biliyorum. Aşmıştım onları. Yüreğinize girmiştim sizin adım gibi biliyorum. Ve ordayım hala bunu da biliyorum.
Beni seviyorsunuz biliyorum. Ama bir kez olsun söylemediniz bunu bana. Zaten hiç olmazsa arkamdan söyleyin diye gidiyorum ya ben. Boşverin, ben duymayayım dudaklarınızdan dökülen o sihirli sözcüğü… Söylediğinizi bileyim yeter. Ve biliyorum söylediğinizi. Beni sevdiğinizi biliyorum.
Ve ben de sizi seviyorum. Başka hiçbir şeyi sevmediğim kadar seviyorum sizi. Ve şanslıyım sizin tam tersinize. Çünkü durup üzerinde ne denli sık, ne denli uzun, ne denli derin düşünürsem düşüneyim beni şaşkınlık ve hayranlık içinde bırakan bir ruhunuz var. Ve ben bu ruhu sevdiğimi söylebiliyorum.
Sizi saklayacağım. Yüreğimin derinliklerinde saklayacağım sizi. İçinizdeki o kocaman duyguyu öldürmeyin olur mu? Ve gelmem için bekleyin. Çünkü siz beni beklemeyecek olursanız ben gerçek anlamda gelmiş olmayacağım. Beni bekleyin. Çünkü ben, size gelmeyi bekleyeceğim.
Biraz daha güzelleşmek istedim anlayın beni. Giderken güzeldir insan kabul edelim bunu. Gitmek istedim, sizin için güzelleşme adına… Olsun siz kızın bana şimdi. Küfür edin bana isterseniz. Boynum kıldan ince. Ama bana sırf -hem de kendi içinizde- “Seni seviyorum” diyebilmeniz için milyonlarca kez gitmeye hazırım. Hem de hiç gelmemek üzere gitmeye…
Beni yitirmenizi istedim. Daha sonra bulabilmeniz için. Ve ben de sizi yitirmek istedim. Sizi bulamama pahasına bile olsa beni bulmanız adına.
Anlayın beni. Anlayın, anlayın, anlayın…
Evet siz de kabul etmediğiniz halde, tıpkı benim gibi başkalarıyla değil yaşamın kendisiyle savaşıyorsunuz. Tanrı sizi kutsasın bu savaşımınız için. Değerli bir şey için savaşıyorsunuz siz. Benim için, kendiniz için ve bir başka herhangi bir şey için değil hayat için ve hayata karşı savaşıyorsunuz siz de… Evet tam olarak bunu yapıyorsunuz. Ve biliyor musunuz, ‘değerli bir şey için yapılan, değersiz bir savaşım bu.’ Çünkü hiçbir şey hayatın kendisinden daha değerli değildir. Onun için ve ona karşı yapılan savaş bile…
Hakettiğimizi yaşıyoruz. Ve ayak izlerimiz silinsin diye yürüyoruz. Başkaları bizi bulamasın bu hayatın herhangi bir yerinde diye…. Öznel tarihlerimizi unutturmak için yürüyoruz. Ve anımsamak için yürüyoruz biz bu lanet olası uzun yolu. Sizi anımsayacağım.
Siz de beni anımsayın. Anımsamak en büyük mutsuzluk ve dolayısıyla mutluluktur. Yağmur derdiniz siz. Islatan yağmurlar… Yeterince ıslanamadık sizinle yağmurlarda. Boşverin. En güzeli ıslanamadığımız yağmurlar olsun yine.
Ben gözyaşlarımda ıslanırım. Siz de kendinize ıslanacak bir şeyler bulun. Başınızın çaresine bakın işte. Yağmur bulun kendinize, ya da gözyaşı ne bileyim. Yalnızsınız işte, başkalarının yanında bile yalnızsınız. Ve hatta daha yalnızsınız başkalarıyla. Ben de yalnızım ve hep yalnız olacağız bunu da bilin. Yalnızız bu hayatta. Lanet olsun, yalnızız. Yalnız, bir başına ve bırakılmış…
Yalnız ve hatta yorgunum ama yaralı değilim ben bu uzun yolda. Sizin pencereleriniz yaralamadı beni. Evet çarptım onlara ben ama tuzla buz ettim onları. Aştım ben o pencereleri. Ve kalbinizin içine girdim sizin. Hadi, itiraf edin. Oradayım işte. Kalbinizin orta yerinde. Ve siz de benim kalbimdesiniz. Kalplerimiz aynı bizim. Ve biz de aynı şeyiz. Bana ya da size ya da her ikimize birden yanlış gelse de aynı şeyiz biz.
Neyse fazla uzattım sözü. Ama yazamadım yazmak istediklerimin çoğunu. Boşverin, en güzeli de yazamadıklarım olsun yine.
Gidiyorum ben şimdi.
Ne mutlu bana ki size birşeyler öğreterek gidiyorum. Ve sizden de birşeyler öğrenerek. Maviliklere değil, karanlıklara dönüyorum ben yine. Ve biliyor musunuz aslında onları seviyorum ben. Acıları, ayrılıkları ve mutsuzlukları…. Karanlığı çağrıştıran şeyleri seviyorum ben.
Benimle kalmayacaksınız artık biliyorum. Ama hiç olmazsa anılarımla kalın. Ben sizin anılarınızla kalacağım. Kutsanası anılarınızla… Tanrı; sizi değil de, o anıları tercih ettiğim için beni affetsin.
Aşk beni affetsin
Tanrı affetsin beni
Aşk bir Tanrıdır.
…
İlkin gökyüzüne bak
Karanlık gökyüzüne
Sonra gülümse ona
Ve aşkı düşün
Tanrı’yı yani…
Ve sonra beni anımsa
Sonra bir daha
Ve hep bir daha
Hep beni anımsa.
… KAPANSIN.