Behiç Ak çizgili cam kupa koridorda elimden düştü.
11 Kedinin ikisi bir yana, diğer dokuzu da üçer üçer bir yana savruldu ya, kuyrukları, kulakları kıvrılanlar da oldu.
Kanatsız uçan kediler.
Gittim, Paşabahçe’den yenisini aldım.
Bu işyerindeki kedili kupa…
Kahvede var.
Evde var.
Kütüphanede var.
Başka iki ayrı gizli okuma mekânında var.
Bugün ben düştüm.
Kırılmadım da, az kalsın.
Şimdi şu kupaları sıradan bir plastik bidona yerleştirsem, 11 metrelik bir kuyu kazsam, başına bir iş gelmese, doğal halleriyle kaç yıl yaşarlar.
Ürperdim.
İnsan toprağa kedilerden daha yakın.
Çizgilerden, kedilerden, taştan, topraktan bile…
Üzerinde çalıştığım şiiri yarım bıraktım.
Dışarı attım kendimi.
Bir bahar havası…
Milli Müdafaa Caddesi’nin Sezenler’e döndüğü yerde, trafonun dibinde bir tekir kedi.
Göz göze geldik.
Boynunu hafif u yaptı.
Gözlerimle dokundum, sevdim.
Gözleriyle dokundu, alaydı.
Behiç Ak’a da gülümsedi, çizgisine de.
Alaycı mı, anlamadım.