Yapraklar, güneşin batarken büründüğü sıcaklığı giyindi artık… Dallar ayak uydurmaya başladı günlerin ıpıssız, kasvetli yürüyüşüne… Kuru yemişler olgunlaştı, bağlarda üzümler sıkılıyor, gül halesi yüzlü güzeller yol bekliyor bu mevsim… Sevinçler geceye yazıyor, umutlar yas tutuyor, uykular sürmeliyor artık gözleri…
Gidelim buralardan…
Rüzgarın vurgun yemiş inleyişi daha bir kucaklıyor sakinleşen ateşleri, korkunç ulumalar yükseliyor sine-i yarasından… Bir yürek atıyor, gecenin yüzüne çiziktirdiği mahzen yüzlü bilinmezliklerle… Ve ağırlaşıyor her şey gitgide, duraksıyor, duralıyor ve sonra bitiyor…
Gidelim buralardan…
Çiçekler, ince hastalığın pençesinde inleyen ölüm yolcusu umutsuz sevgililer gibi kan kusmakta bu mevsim… Bir eski nihavend şarkı gibi geliyor uzaklardan sahillere göçen incelikli kuşların hüzün yüklü, asil solukları…
Öyle bir zamanki şimdi, serin gölgeli çınarların sevecenliği de kalmadı, bulutlar da bakmaz oldu yüzümüze, küstü bize…
Gidelim buralardan…
Harabelerin velvelesi, yağmurların sararıp solmasıyla, bahar topraklarındaki narin gelinciklerin çapkın esintilere cilve yapması misali, salınan köpükleriyle okyanus bile bir başka bakıyor yüzümüze, uzun uzun iç geçiriyor sanki…
Gidelim buralardan…
Gidelim ki, bu siyah örtüyü almayalım üstümüze, durmaya yeltenmeyelim, durmaya dair bir ümit olmasın içimizde…
Uzaktaki şafağa dikelim gözlerimizi, sevelim ki, çadır kurmasın içimizde ölümün kanat sesleri… Sis elbisesi içinde kalmasın hayallerimiz, hayaletler sarmasın fani bedenimizi…
Gidelim buralardan…
Dönmeyelim geriye, dönmeyelim ki, geride sonbahar var!..