Sen kazandın. Konuşmuştuk hani dün, yazmak istiyordum. Bak sessiz sabahladım. Gülümseyeceğini biliyorum, “Ben buna sessizlik mi diyorum?”. Gece boyu nefes tükettik oysa. Hatta söz zaman zaman sana da geldi. Fakat ben değildim bu kez, isminin zakiri. İlk teşebbüsün ardındaki bozgun gün gibi hala yüreğimde. Sessiz gülümsedim.
‘Biz olmak’ üzerine konuştu gene. Bir insandan kaç tane biz çıkar ki. Sessizliğimi ayrılık olarak almasa, neticeye kendim varmak için belki tecrübe ederdim. Seninle sohbeti ne kadar arzu ediyorsam, o kadar dinlemek istiyor beni. Aklımdan her geçeni. ‘Saçmalamana bile razıyım yeter ki sözsüz bırakma beni.” Ne diyebilirim, sessiz gülümsüyorum. Hemen herkes bu gülümsemeyle hatırlıyor beni.
Sana dair bir yazıya rastladım dün. O okudu. Sanırım bilmiyordu senden bahsettiğini.
‘Yazma!’ diyen sesin çalınır gibi oldu kulağıma gene. Nedenini düşündüm. İlk karşılaşmamızda soran gözlerle bakacaktım, soran gözlerine. Gördü mü acaba, sevdi mi?. Senden çok yazıyla ilgilenişimi okurken gözlerimde, bütün ilgisini bebeğine veren bir anne rikkatiyle okşuyor olacağım cümleleri belkide.
-Neden çağırdın onları?
-Başkalarını da alacak kadar açık mı aramız?
-Bir ikinci yazıda hicranı mı konu etmek niyetindesin kendine?
-Sırrını ifşa etmediğin yazı olur mu?
-Ya sırrın, bir parça gölgede kalmış köşesini yeniden
örtüp saklasan bir daha sır edebilir misin kendine?
Bilmem. En çok sarfettiğim, her bilmediğim, hem söyleyemediğim yerine koyduğum bu kelime. Ben kaybettim. Dalga dalga heyecan yürümüyor artık ellerime her kelimede. Çekiliyorum sessizliğime. Gülümser miyim yine? Bilmem.