İkibinonsekizin onyedi şubatında saat yirmibirotuzda Yenikapı’dan metroya, kucağında bir yaşındaki kızıyla Suriyeli bir kadın bindi. Yandaki boş koltuğa oturdu. Çocuğu kalın bir pazene sarmıştı. Dışarıda zemheri soğuğunda üşümüş olan çocuk titriyordu. Yanakları kızarmış, çatlamıştı. Sümüğü kurumuştu. Bir süre sarıldığı çocuğunu ısıtmaya çalıştı. İçerisi sıcaktı. Biraz sonra sardığı bezi kısmen açtı. Isınmaya başlayan çocuğun yüzünü sildi. Öptü, saçlarını okşadı. Yolculardan kimisi umursamadı, kimisi iğrenerek, kimisi öfkeyle, kimisi de üzüntüyle baktı. Suriyeli kadın, son seferine kadar metrodan inmedi. Son seferde de inmemişti. Görevli, uyarınca inmek zorunda kaldı. Bir süre istasyonda çaresiz sağa sola yürüdü. Başka bir görevlinin uyarmasıyla, çocuğunu beze sımsıkı sardı, bağrına bastı, çaresizce metro çıkışına yöneldi. Dışarıda bıçak gibi kesen soğuğa çarptı. Çocuğunu boğarcasına kavradı, sağa sola baktı. Nereye gideceğini bilemedi.