En yaşlımızdı.
Bize kenti, kentleri o gezdirirdi.
O anlatırdı doğadaki değişimi.
Baharın nasıl geldiğini, meyveleri, güzü, karın ve yağmurun şarkısını.
Kitapları o seçerdi bizim için.
Sinemalarda o anlatırdı filmin sessiz karelerini.
Resim sergilerindeki sıcaklığı, müzelerdeki soğukluğu…
Tek gözümüzdü.
Tek görenimizdi.
Öldü.
Ölü gömme törenlerini de o anlatırdı.
Ondan öğrendiklerimizle anladık nasıl toprağa indiğini.
Üzerine her birimiz ayrı ayrı toprak attık.
Her birimiz ayrı ayrı ağladık, okuduk, taze toprağına dokunduk.
Ve o gün öğrendik sırrını.
Bir yakınından.
O da bizim gibiydi.
Gözleri doğuştan görmüyordu.
İçimizdeki kelimelerin gözlerinde bir yağmur bir yağmur…