Lütfen, beni anlamaya çalış, bu sözlerim sana olan nefretimden değil, ben senin geleceğini düşünüyorum, dedi annesi. Uzun süredir konuşmanın ve yaşadığı şaşkınlığın etkisiyle ellerini iki yana açtı, pencereye yöneldi, tüm sinirini şehirden alacakmış gibi bakıyordu. Genç kız, oturduğu yerden hafifçe doğruldu, annesine bakıp bakmamak arasında bocaladı, baktığı zaman ona hak verecek gibi hissediyordu. Parmaklarını oynatıyor, dudaklarını ısırıyor, zihni haklılığını artıracak cümleler toplamak için uğraşıyordu. Sessizlik, iki tarafta da sessizlik; sanki ilk konuşmaya başlayan yenilecekmiş hissiyle kocaman bir sessizlik hakimdi odaya. Gün batımının son halleri doluyordu içeri sadece. Loş ışıklar karşı duvara vurmuş, perdenin çizgileri duvara sanki bir resim çizmişti. Sonbahara dair her şey odanın dört tarafına dolmuştu. Telefonlar çalmıyor, mesaj sesi duyulmuyor, duvardaki saat bile sessizliğe bürünmüştü. Herkes her şey kendi şarkısına dönmüş, dışa dair ne varsa unutulmuştu şuan. Zamanın ilerlediği gün batımının duvara çizdiği resmin değişmesiyle anlaşıldı. Koltuğun altına çektiği ayaklarının ağrıdığını hissetti.
Annesi konuşurken istemsizce ayaklarını koltuğun altına çekmiş, korunma duygusunun baskınlığı, bacaklarına ağrı olarak dönmüştü. Başını hafifçe kaldırdı, annesine bakacakken, duvarda güneşin resmine takıldı gözleri. Durdu, gözleri aradığının ötesini bulup mıhlanmış gibi bakıyordu. Dudakları kıpırdadı, ses çıkmak ve çıkmamak için mücadele verdi, dil söylemek istedi. Gönülde idi her şey ama gönül, susmada… Yutkundu, tekrar kıpırdadı dudakları, güneşim olur musun, deyiverdi. Duvardaki resim değişti, mevsim kışa döndü sanki. Annesi duruşunu bozmadı, özü ile döndü, dediğini anlamanın sınırına geldi, durdu, konuşmasını istiyordu. Bekledi, devamı gelir miydi cümlelerin çünkü hiç sevmezdi hallerini, ikna olmaktan ikna etmeye evrilirdi sözler. Ve haller, halden hale değişirdi.
Resim değişti, genç kızın dünyasında söz değişmedi. Güneşim olur musun? Söz resme bakıyor ama ne gördüğünü söyleyemiyordu. Bakmaya mı talip olmaktı kastı, görmek değil miydi asıl olan bilemedi. Genç kız söz oldu, resme kondu yüreği. Resim değişse de söz değişmedi. Genç kız buradan gitmenin, bu resme konmak olduğunu bildi sadece.
Anne gözlerini dışarıya taşıdı. Ufka doğru inen güneş, şehre yeni resimler ısmarlarken insanlar, kalabalık şehrin hoyrat yerlerinde güneşin şehre çizdiği resimlere bakıyordu. Her sokakta her odada yaşanan hikâye oluyordu resimler. Ve bunu kimi biliyor, kimi bilmiyordu. Bak, dedi anne, bak şu sokaktaki insanlara. Kimi sefil, kimi hasta, kimi dertli, kimi umarsız, kimi yamyam bizim her şeyimiz var daha da alabiliriz almak istersek. Sadece istemek yeter bize. Ama sen istenen diyorsun. İstememek nedir biliyor musun? Senin yerinde olmak isteyen binler on binler var şu sokaklarda. Ellerine yeter ki fırsat geçebilsin gör ne hale getirirler her şeyi. Sen tep bakalım, nereye kadar tepeceksin.
Suskunluk. Genç kızın gözleri değişen resimlerde. Şimdiye kadar yaşadığı hayatın resimlerini görüyor arka arkaya. Bebeklikten çocukluğa, oradan gençliğe her şey istediği anda önünde bitiveriyor. Ama mutlu etmiyor her şey. Mutlu olması için başka şeyler alınıp önüne yığılıyor ama başka şeylerde mutlu etmiyor. Daha başka şeyler, o da. Doktorlara götürüldüğünde onlarda şeyler üzerinden mutsuzluk hastalığı tanısı koyuyorlar ve gerekli tedavi yöntemleri hızla yapılıyor ama o da mutlu etmiyor.
Güneşim olur musun? Dedi genç kız. Sesi yine aynı şarkıda. Bu ses bu sözü yıllardan beri sözlerdi. Ses söz olsa da ulaşmak istediği menzile hiç uzanamadı. Baba iş hayatının zirvesinde kalma mücadelesini vermenin savruluşunda, anne yaşam kodlarının zorladığı mekanlar arası gezi, toplantı, kokteyl partilerinde. Genç kız her şeye sahip ama yalnızlık ummanında boğuldu yıllardır. Mutsuz ve kırgın hayat yeni şarkılar söylediğinde, yüreğinin en derinlerinden gelen boşluğu doldurmanın telaşı ile yeni şarkılar söyledi genç kız.
Güneş duvara son resmini çizdiği zaman genç kız, aynı sözü tekrar etti. Hızla döndü annesi, damarları şişmiş kıpkırmızı kesilmişti yüzü. E, yeter be. Hep aynı şey aynı zırvalar, aynı zırvalar. Başka söyleyeceğin yok mu senin? Bu mu ha, bu mu? Güneş, ne güneşi, güneş ne, ne anlatıyorsun, neden bunu yapıyorsun, amacın ne? Öfkeden deliye dönmüştü, eline geleni fırlatıyor, odanın her tarafını döküp kırıyor, genç kızın önünde avazı çıktığı kadar bağırıyordu.
Genç kız olduğu yerde, duvardan son resmin silinmesini izledi. Güneş battı, dedi. Yavaş yavaş ayağa kalktı, duvara yaklaştı silinen resmin çerçevesine dokundu, sonra resme dokundu parmakları ile. Resmin sıcaklığını hissetti parmakları sonra güneşin battığı yöne döndü, resmin yoluna uzattı ellerini. Annesi yokmuş gibi davranıyor, aynı anda oda da, iki farklı dünya yaşanıyordu, ağır adımlarla pencereye yaklaştı, güneşin artıklarını uzun süre seyretti. Yeni resimler gördü güneşin geçtiği yollardan. Sonra karanlığa insanlar kendi lambalarını açtı, güneş olsun diye, onu da izledi. Kendi dünyasının gelgitlerini, sokaklarda aradı gözlerini, bulamadı zaten bulmak istemiyordu. Aramak yeterliydi onun için yıllardır da arıyordu. Arayarak mutlu oluyordu ne de olsa, çünkü bulduklarında hiç mutlu olmamıştı.
Genç kız, bir süre sonra toparlandı. Döndü, oda şehrin ışıklarıyla hafif aydınlansa da hiçbir şey net değildi. Işıkları açmak için giderken ayakları bir sürü şeye çarptı, düşmeden ulaşabildi, dokundu, ışıklar açıldı.
İçerisi öyle bir dağılmıştı ki dondu kaldı. Etrafa göz gezdirdi. Annesi, devrilen koltuklardan birine oturmuş, sessizce önüne bakıyor ileri geri sallanıyordu. Saçları dağılmış, üzerindekiler yırtılmıştı. Hafifçe başını kaldırıp kendisine döndü, dudaklarını araladı, kısa, net bir cümle çıktı ağızından, güneşim olur musun?