Bıçak.
Rüzgâr.
Dil.
Acı.
Açı.
Açkı.
Anahtar sözcükler mi arıyor; çam kırığı, ayna kırığı, ay kırığı, kama, hançer, kılıç, jilet, bıçak dedik ya, kelebekten sustalıya, Sürmene’den Maraş işine bütün çağrışımlarıyla bıçak, bir de körü var.
Aramadan kaçırmış.
İncecik bir söğüt yaprağı, çorabının içinde, bu yüklemsiz cümleyi sevmiyorum, kapıyı çalmadan girdi, telefonda konuşuyorum, el işaretiyle otur dedim, tedirgin de tedirgin değil havasında, konuşma bitti, ne içersin, içmem, eğildi, bıçağı çıkardı, elimi tuttu, sıradan bir şey yapar gibi ayanın başladığı yerden baş parmağımı dildi, bıçağı kapattı, kahve içerim, sade…
Gözleri kısık da, göz bebekleri de bilmediğim bir ağacın yaprağı:
Bir daha işime karışmayın.
Biraz genişçe:
Bir daha karşıma çıkmayın.
Çerçeve genişliyor:
Bir daha gözüme gözükmeyin.
Sessizlik.
Kahvesini içti.
Telvede ince bir bıçak yarası…
