Zamansız Düşünceler isimli kitabınız Onto tarafından basıldı? Neler hissettiniz?
“İnsanın sonu”, “toplumsalın sonu” gibi vurgularla tebaruz eden birçok felsefî tartışmanın yapıldığı çağdaş zamanlarda, salt akademik kaygılarla sınırlı olmayan ve çağdaş zamanlarda insana tanıklığım olarak nitelediğim Zamansız Düşünceler kitabımın, ciddi bir tecrübe ve birime sahip olmakla birlikte, yayın hayatına yeni atılan bir yayınevinden çıktığı için çok mutlu olduğumu söyleyebilirim.
Yol kadar yoldaşın da kim olduğunun önemine binaen onto yayınlarına gönül vermiş bir grup samimi insanın varlığı da benim için ayrı bir önem arz etmektedir. Daha başlangıç sürecinde olan bir yayınevi hakkında fazla bir şey söylenemese de, kendileriyle görüşüp, müzakerelerde bulunma sürecimizden hareketle, ben Onto’nun idealist olduğu kadar geniş bir perspektifle Türk yayın hayatına yeni bir soluk katacağı kanaatinde olduğumu ifade etmeliyim.
Ne zamandan beridir yazıyorsunuz? Bize yazma serüveninizden bahseder misiniz biraz?
Yazma uğraşım kendimle mükâleme yapmaya başladığım lise yıllarıma değin geri girmektedir. Denemeler yoluyla kendi varoluş serencamımı kendimle bir çeşit diyaloğa dökmeye çalıştığım zamanlardı, varlığımın kâğıt ve kalemle buluştuğu anlar. Üniversite yıllarımda ise, başta felsefe olmak üzere, beşeri ve sosyal bilimler alanında yoğun okumalarıma parelel olarak, çağdaş zamanlarda Müslümanca varolma kaygım, yazılarımın büyük ölçüde varoluş kaygı ve sancısı içeren bir muhteva kazanmasına yol açtı.
Aslına bakarsanız benim kaygılarım, yaklaşık 200-300 yıllık bir arkaplanı olan özelde Türk genelde İslam modernleşmesiyle bağlantılı bir mahiyete sahiptir. Modern bir dünyaya doğup, ortaya çıkan problemlerle yüzleşme zorunda olurken, modern dünyaya vücut veren Batı düşüncesine bigane kalmak en azından benim için mümkün değildi. Modern İslam düşüncesine dair derinlikli okumalarımın da pekiştirdiği bu hal beni Batı düşüncesi üzerine derinleşmem gerektiği fikrine taşıdı. Böylelikle en çağdaş olandan başlayarak geriye doğru Batı düşüncesine yönelik derinleşme çabasıyla hem akademik hem de yazı hayatıma başlamış oldum. Nietzsche, Post-modernizm, Husserl,, Heidegger, Derrida, Foucault, Levinas, Baudrillard derken Hegel, Kant, Descartes gibi düşünürler hem çalışma alanımı hem de yazı hayatımı içerik bakımından şekillendirmeye başladı.
Batı düşüncesine dair ufkum genişledikçe, birtakım ayrımlar daha da dikkatimi celbetmeye başladı ve ilkin klasik ve modern zamanlarda düşünmenin görevi sorunsalı bağlamındaki ayrımlar daha sonra da İslam ve Batı düşüncesi arasındaki farklar belirginleşti. Yazılarım ve kitaplarımın istikametinin de gittikçe söz konusu sorunsal doğrultusunda şekillendiğini söyleyebilirim.
Özellikle eleştirel felsefe ve dekonstrüksiyonist okuma biçiminin bana öğrettiği şey, eleştirel olmayan bir okuma biçiminin düşünceyi dogmatik kılmasının kaçınılmaz olduğudur. Bununla birlikte pervasız bir eleştiri değil buradaki kastım. Bu daha ziyade insani olanın imkan ve sınırları da dahil olmak üzere, tüm metin ve düşünce inşa çabalarının, örtbas edip gizledikleri de dahil olmak üzere, açık-gizli tüm imkanlarına açılma çabasındaki eleştirel bir okumadır. Kuşkusuz bu noktada vurgulanması gereken temel husus, okuma ve düşünme eylemlerinin, hakikate sahip olma iddiasındaki mutlakçı bir hakikat anlayışının sevk ettiği hakikat konformizminden sakınmayı gerektirdiğidir. Bana göre iddiasızlık, hakikate açıklığın bir ölçütü olarak düşünülürse, okuma ve düşünme eylemleri de çok daha sağlıklı bir imkana dönüşebilir.
İyi bir okur musunuz? Neler okursunuz?
Bu soruya Üstad Necip Fazıl Kısakürek gibi “hiç inekler süt içer mi?” diye cevap vermeyi çok isterdim, lakin okumadan düşünce tarihine muttali olmak mümkün olmadığı gibi, iyi bir düşünür ve akademisyen olmak da mümkün değildir. Bununla birlikte her gün dünya kadar yeni kitabın yayın hayatına kazandırıldığı günümüz dünyasında seçici bir okur olmak gerektiğini söyleyebilirim.
Ben gerek İslam ve Doğu gerekse Batı klasikleri başta olmak üzere, çağdaş ve modern zamanlara dair çoğunlukla eleştiri dozu yüksek eserler okumaya çalışıyorum. Kanaatimce okumak insanın bütün varlığıyla bir diyaloğa girişmesi olup, kuşkusuz diyaloğun ise hakiki ve insanı geliştiren bir diyalog olması muhatabın iyi seçilmesine bağlıdır. Benim okuma serencamımda dikkat ettiğim ve seçiciliğimi de belirleyen bu kaygı doğrultusunda başta felsefe olmak üzere, sosyal teori, psikoloji, antropoloji ve İslam düşüncesi üzerine okumalarım söz konusu. Yine özellikle 20.yy.da ortaya çıkan ve yerleşik pozitivist bilim telakkisini net bir biçimde eleştiren, Horkheimer ve Adorno gibi eleştirel teorisyenlerin yanı sıra Popper, Kuhn, Feyerabend, Koyre, Capra gibi bilim felsefecileri de bilhassa okuma çabası verdiğim kişiler arasında yer almaktadır.
Bunun yanı sıra modern düşüncenin değişik boyutlarına açılmamı mümkün kılan temel metinlere paralel olarak, bir anlamda karşı aydınlanma düşüncesi eksenli metinler de bilhassa okumaya çalıştığım ufka yerleşmektedir. Alman romantikleri, Rus edebiyatçılarının yanı sıra varoluş felsefesi içerisinde telakki edilebilecek Dostoyevski, Camus, Kafka gibi yazarları da okumaya çalıştığımı ifade edebilirim.
Favori şair ve yazarlarınız var mıdır? Kimlerdir?
Şiiri çokça sevmekle, hatta gençlik dönemimde şiir denemelerim olmakla birlikte, İsmet Özel’i gerçek anlamda tanıdığım andan itibaren şiir yazmaya cesaretim büsbütün kırıldı diyebilirim. Üstelik Halk edebiyatı, cumhuriyet dönemi Türk edebiyatı başta olmak üzere, Batıda Holderlin, Novalis gibi Alman romantik şair ve yazarları beni hala derinden etkilemektedir. Bu alandaki sığlığımı da saklı tutarak, İsmet Özel’i bir şair ve düşünür olarak çokça takdir ettiğimi belirtmeliyim.
Yazar olarak ise sayabilecek çok isim söz konusu, kronolojik olarak Platon, Aristoteles, Farabi, İbn-i Sina, Eşari kelam geleneğinin birçok ismi, Gazali, İbn-i Rüşd, Descartes, Kant, Hegel, Nietzsche, Heidegger, Adorno, Horkheimer, Derrida, Baudrillard, Macintyre, Charles Taylor, Rene Guenon, S. Hüseyin Nasr gibi düşünürler benim için hep cazibe merkezi olagelmiştir.
Türkçede kuşkusuz Tanzimat sonrası birçok İslamcı yazar, cumhuriyet döneminde ise Sezai Karakoç, Erol Güngör, Cemil Meriç, Necip Fazıl, İsmet Özel, Hayreddin Karaman, Abdurrahman Arslan, Alev Alatlı, Nermi Uygur gibi isimler nihai olmamakla birlikte ilk aklıma gelenlerdir. Aklıma gelen bu isimlerin ortak noktalarının ise hepsinin dert sahibi insanlar olmalarıdır. Kuşkusuz bu isimlerin dışında da birçok isimden bahsetmek mümkün olmakla birlikte, bu isimlerin söz konusu soruya binaen aklıma gelenler olduğunu söyleyebilirim.
İlk kez kitap bastıracaklar için neler tavsiye edersiniz?
Her şeyden önce vurgulamam gereken husus, tamlığı olmayan bir aşağılıklar yukarılıklar dünyasında, hiçbir kitabın tamlığından bahsetmenin mümkün olmadığıdır. Kitaplar nokta ile son bulsalar da, özleri itibariyle ucu açık bir muhakeme sürecinin içerisinde kalırlar. Bundan dolayı, yeni yazarların, daha yolun başında son sözü söyleme kaygısının vücut verdiği mükemmeliyetçilik tuzağına düşmeden, titiz ve incelikli olduğu kadar, güzel bir Türkçe ile metinlerine vücut vermeye çalışmalarının son derece önemli olduğunu düşünmekteyim. Eleştiriye açık ve eleştirel bir düşünceye sahip olmak kanaatimce bir yazarın veya düşünme uğraşısı içerisinde olan kişinin sahip olması gereken en önemli hasletler olmak durumundadır.