Üsküdar Sahilde, 26 Ocak 2015
“Çarparken parçalardı bizi kendi yüreğimiz.” -Rainer Maria Rilke, Duino Ağıtları
Üsküdar sahilinde gezinip duruyorum. Kız kulesine kadar yürüyecektim, vazgeçtim. Hava rüzgârlı ve çok soğuk. Olsun. Bulunduğum yer, Boğazın Marmara’ya açılan noktası, karşıda Galata Köprüsü ve Haliç enfes görünüyor. Köprüler yönüne de bakıyorum. Marmara, Haliç ve Boğaz…
Şemsipaşa’nın arkasında, üç denize bakan ve bol rüzgâr alan bir noktadan, deniz fenerinden Şemsipaşa’ya doğru yürüyorum. Manzara dehşet güzel. Bu güzellik için birçok insan üşümeyi göze alıyor. İşte Şemsipaşa cami… Bu camiye Kuşkonmaz da diyorlar. Camiye, Kuşkonmaz denmesiyle ilgili bir hikâye olduğu söyleniyor ama tam bilmiyorum. Yanlış hatırlamıyorsam Boğazın hemen kenarında dalgaların dövdüğü bir noktadaki caminin sürekli rüzgâr alan bir yerde olması ve kuşların barınamayacağı… Hikâyesi neyse de şiirler olduğunu ya da yazıldığını biliyorum bu güzelliğe dair. Hava muhalefetine rağmen etraf çok kalabalık. Kafeleri dolduranlar, denize düşüncelerle bakanlar, fotoğraf çekenler, öz çekim yapanlar, balık tutanlar… Ya ellerindeki simiti parçalayıp parçalayıp martılara atan şu tazecik sevgililer! Gülüşlerinde kayboluyorlar. Ben de caminin arkasında durdum özellikle iki balıkçının olta atışlarını seyrediyorum. Bütün Boğaz kıyısının klasiği oltayla balık tutanlar, olmazsa olmazı.
Rüzgâr dalgaya dönüşüp zaman zaman üzerime saldırıyor. Hatta atlıyor diyebilirim. Ziya Osman Saba’nın bıraktığı İstanbul, bu İstanbul mu diyorum kendi kendime? Bir ara dalmışım. Dalgınlığımın nedeni İstanbul aşkına yazılmış şiirler? Nedim’i, Galib Dede’yi, Yahya Kemal’i, Necip Fazıl’ı, Asaf Halet’i, Orhan Veli’yi, Attila İlhan’ı, Sezai Karakoç’u, Hüsrev Hatemi’yi geçtim. Metin Eloğlu’nun Üsküdarlamasından şu dizeler dilime dolandı dolanmasına ya: “Üsküdar görmezlikten gelse de / Sevemem güvercinleri / Sen bana üşenirken” Ben özellikle Necat Çavuş’un Anıt Öpüşler şiiri nasıl başlıyordu diye belleğimi yoklayıp duruyorum. Bir de Ömer Erdem’in Üsküdar şiirini hatırlamaya çalışıyorum. Hatırladığım kadarıyla Anıt Öpüşler’den dizeler mırıldanmaya çalışıyordum ki aman Allah’ım o dalga da neyin nesi, resmen sular seller gibi öptü beni. Hem üşüdüm hem gözlerim parladı. Ha, işte, ‘öptü’ deyince Yolcunun Gözleri Parlıyor’dan hatırlayıverdim Necat Çavuş’un şiirini. Kısa ama harika bir şiir. Ezberlenesi ve vurucu.
Mimar Sinan Kostantiniyye’yi en güzel yerinden
Tutup öpmüş öpmüş İstanbul yapmıştır
Belki bir Şehzâdebaşı’nda belki Süleymaniye’de
Bir öpüş rüzgâra karşı çınar
Bir öpüş çağlara karşı simya
Bir öpüş müziğin gül açımı
Bir öpüş denizin içindeki ses
Ya Üsküdar’daki Şemsipaşa
Tanrım o ne öpücüktür, beki de
İstanbul hiç böyle öpülmemiştir.
Dalgalar tarafından öpüldüm ama ruhen çok rahatladım. Artık Ömer Erdem’i de eve ulaşınca okurum.