Hiç ummadığınız bir anda karşınıza çıkacaktır. Bir yalnızlık yürüyüşünde. Dostlarla yapılacak bir muhabbet anında. Bıkmışlık usanmışlık coğrafyasında kalakalmışlık zamanlarında. Hiç ummadığınız vakitlerde.
Bir reklam tabelasında, ucube bir panoda… İnsana, insanlığa inat büyümüş devasa bir yapının duvarında, canavar bir otobüsün haşin gövdesinde…
Sizi hiçleyen. İnsan mısın sen diyen. Canlı bir varlık olarak dikkate almayan. Yok sayan. Şeyleştiren, eşyalaştıran.
İşe bakın. Ben bir emekçiymişim. Aylık kazancım kaç paraymış? Egemen parayla ad koyarsak, 200 dolar…
***
Belediye otobüsüyle ve indirimli tarife üzerinden işime gidiyordum. Sabahın alaca vaktinde, tatlı düşlerle, taze heyecanlarla…
Taptaze, dipdiri bir güne başlamanın hazzıyla…
Arı duru duygusal bir dünyayla, yeni doğan güne selam vermenin sade sevinciyle…
***
Fakat… Ansızın…
Nasıl linç ediliveriyor herşey… Bakın şuna… Bakın şu alçaklığa…
İşte şuna bakın:
Karşı karşıya bırakıldığım iki buz gibi camım arasındaki cafcaflı reklam afişi…
“Sevdiklerinize en güzel armağan!
199 Dolar!
……….. kahve takımı!
Yanında ……….. kahvesi bedava!
Koşun, koşun ……….. mağazalarına!”
***
Artık öfkenin galibiyetine dayanmak mümkün mü?
Yaydan fırlayan ok gibi, savuruyorsunuz dilinizi:
Bakın şu o…. çocukluğuna!..