Aynı görüntü karesinde, nasıl da birleşti şu iki unsur: İnsanı yerle bir eden, bitiren, beyne kan dolduran, öfkeyi artıran, ruhu daha bir savaşçı kılan şu rastlaşma anı: İhtiyar bir çınar. Belki yetmişlik, belki de seksen. Ak saçlı, ak sakallı, bilge mi bilge bir dede. Belki de vaktiyle kendisine vezirlik vasfı yüklenen bir er kişi…
Sırtını dayamış bir duvara, elinde birkaç kutu kibrit, tarak, yara bandı, jilet…
Öte yanda ise, hemen önünde ise, sokaklarda örneğine oldukça yoğun rastladığımız süs köpekleri. Sokak köpekleri de dense yeri midir?
Evde kalmış izlenimi veren iki kart! Postal gibi, soğuk ve nefret verici bir tatsızlık.
Zaten var olduğunu bildiğiniz işgalin somut, en somut haliyle yalın bir ekran içerisinde, çırılçıplak, göz oyarcasına, beyin ve bedeni büsbütün ortadan kaldırıvermesi…
Benim tarafımda addettiğim ihtiyar ne denli “hiç”lenmiş ve hayat dışı idiyse bu görüntüde, karşıdakiler de o denli “var”lık içre hayat sürüyorlardı. Çünkü, adamımın duruşu ve bu duruşun dışa yansıyışı öylesine edilgendi ki. Öyle olmak zorundaydı. Buna mahkûmdu. Mahkûmiyeti bir bakıma seçmiş, kabullenmişti. (Burada birinci çoğul eki de kullanılabilir mi?)
Bu karede yer alan süslü işgal köpekleri ise, nasıl da belli ediyorlardı galibiyet sevinçlerini: Sarmaş dolaş olmuş bir halde, kibirli yürüyüşlerle ve büyük bir alçaklık içinde, iki dişi…
Ancak, sövgü sözleri dökülebilirdi ağzımdan. Hem miskinliğe, hem de erkekleşen bu iki dişide somutlaşmış işgal güçlerine…