Bu beldenin, Bursa’nın, hâlihazırdaki kimliğini ve kişiliğini nasıl adlandırabiliriz? Bursa deyince zihinlerde uyanan his, hayal, suret, anlam… nedir? Duyu organlarımızda onu “Bursa” olarak, sadece beş harften oluşan ve başka hiçbir değeri olmayan kara bir kütle (kent) olarak mı betimlemeliyiz, yoksa her bir sesine binbir nefesin (renk, koku, desen, şekil, uzuv, unsur…) eşlik ettiği derunî bir kalp (şehir) mi süslemeli tasavvurlarımızı?
Bu soruya cevap vermek bugün için kolay değildir. Hele hele, bütün zihnî gelgitleri bir tarafa atıp, kuru bir “şanlı geçmiş” bilinçsizliği ile hareket ederek bizi ciddiye bile almayan “belleksizlik” güruhu için sorumuz fecî bir akıbetle karşılaşmak gibi bir şeydir. Öte yandan, kendilerine, kendi skor tabelalarında “sanal” bir “yengi”yi uygun görenlerin “sayrı” ve “esrik” sevinçlerini de artırabilir sorumuz. Olsun, biz sorumuzun arkasındayız ve şükürler olsun ki cevap verebilecek bir kudrete sahibiz…
Bizce, mesele en başta ve herkes açısından, bu kudrete sahip olmakta düğümlenmektedir. Öyleyse, iş bitmiş sayılır, zira, bir üst paragrafta engel konumunda gösterdiğimiz unsurların üstünü çizdik gitti. Çünkü, benzeri nitelikteki her tür küsuratın, ne güzel, sözünü ettiğimiz tarzdan bir kudreti yoktur, olmayacaktır da. Bu bir kalemlik silkeleme ve silme hareketinden sonra cevabımızı vermeye geçebiliriz. Unutmadan belirtelim, bu, kısa mesafeli bir koşu olmayacak, değişik alanlarda ve aşamalarda sürüp giden uzun ve keskin bir hamle olacaktır. Hatta zaman, mekân, kişiler ve olaylar ile kolaylıkla önü alınamayacak bir mücadele…
***
İşimize, beldenin sabahından, “sabahın seher vakti”nden başlıyoruz. Genel kabul görmüş bir varsayıma göre Türklerin Batı Anadolu’daki ilk doğuş vaktine, seherine tekâbül etmektedir. Peki, bu beldenin, şimdiki devrine ait seher vaktiyle ilgili olarak nasıl bir tasvir çizebiliriz? Gönüllerdeki tasvir ile yetinmenin akıl kârı olmadığını, hele hele bu konuda “kuru” ve “ezber” bir “kabul”ü bağırlarında taşıyanlara bağlanmanın çok tehlikeli olduğunu, hatta onları silip attığımızı yukarıda göstermiştik. Öyleyse, bağırlarda saklı tutulan “kabul”ü beyinlere taşıyarak yaşamalı, araştırmalı, incelemeli, sorgulamalıyız… Bu dediklerimiz, kuşkusuz kişinin kendi kendisine yapacağı bir hesaplaşmadır. Bir “özel” kişi olarak bizim Bursa sabahının seher vaktine bağlı olarak yapacağımız hesaplaşma, bir çok başka sebebi ile birlikte bir başlangıcı, bir ilk bakışı da içerdiğinden, hayli tehlikelidir.
O halde kendimizi hemen ateşin içine atalım ve artık, şairin “Bir zamanlar ezanla uyanırmış ahali” (Metin Önal Mengüşoğlu) şeklindeki nakarat-isyan’ına Bursa için gerek kalmadı diyelim! Bu cümlemizin açılımını yapmak için ilk etapta göz boyayıcı birkaç maddeyi ileri sürülebiliriz: a) Belde (sahipleri) hiç uyku uyumuyor, b) Beldede ezan okunmuyor, c) Belde (sahipleri) sürekli uykuda, d) Belde (sahipleri) ezana itibar etmiyor, e)…..
Çeşitli bakış açılarına göre, bütün bunlar doğru veya yanlış olabilir, bütün bu seçeneklere şu veya bu şekilde işaret konulabilir. Hatta bir (f) maddesi ile, bütün şıklar bir tarafa, her şey yolundadır da denilebilir.
Bakalım bunlardan Bursa’ya denk düşen hangisi, hangileri?..