Karım bir de Cenk vardı, dedi. Şafak hanımı taciz ediyordu. O sıra ben Almanya’ya gitmiştim. Eğitimi yarı kalmıştı. Çok hareketliydi, tazı kırması mıydı, yerinde durmuyordu. Firdevs şafi olduğundan dokunamıyordu. Sen de ilgilenmiyordun. Döndüğümde artık eğitimi için geçti. Komşuyu çok rahatsız edince, sen tutturdun bunu bırakalım. Ben hayır dedim. Sen ısrar ettin. Yine arka koltukta oturuyordum. Ağlıyordum. Onu seviyor, okşuyordum. Oran’ı geçince bir yola saptık, zaten karanlıktı, tam hatırlamıyorum. Böyle uçurum gibi bir yerdi. Aşağıda, vadide tek tük ışıklar vardı. Köy gibi… Orada durdun. Kapıyı açtım, öptüm, bıraktım. Arabanın arkasından bir koşuşu vardı, hâlâ gözümde, hiç unutamıyorum.
Karım yine ağladı.
Ben de hatırlayamıyorum. Ben unutuyorum. Sen bana kötülüklerimi hatırlatıyorsun. Ben onları hem unutmak istiyorum hem de hatırlamak istiyorum. Bu niye böyle oluyor, anlamıyorum. Hatırladıkça içim öyle acıyor ki. Canımın bu denli yanışına alıştığımı sanıyordum.
Alışmamışım.
Ağrı eşiğim yüksekti.
Acı eşiğim yüksek mi?