Ağaç bin yaşındaydı.
Fidanlara taş çıkarır bir tazeliği, kayalara taş çıkarır bir sertliği vardı gölgesinin.
Gölgesi insanlık için bir güven adasıydı.
Ülkeler, iklimler tanırdı onu.
Elli yıl önce, kataloglarda olmayan bir ağaç kurdu girdi içine.
Fark edilmiyordu.
Kabuktaysa kabuk rengine, daldaysa dal rengine, yapraktaysa yaprak rengine uyan yavrular bıraktı.
Öze doğru işlerken özün rengini alıyordu.
Damarları kemirdikçe damar rengine bürünüyor, kendisinin zararlı bir ağaç kurdu değil de ağacın kendisi olduğunu söylüyordu hemcinslerine.
Onlar da kataloglarda yoktu.
Kemirdi, kemirdi, kemirdi…
Öyle saklı yollar, öyle gözenekler açtı ki ağaç bile farkına varamıyordu bu girintilerin.
Bir gün açığa çıktılar.
Bahçıvanı ağaca düşman ilan ettiler.
Ağacın köklerinin, dallarının, gövdesinin gölgesinin ağacın düşmanı olduğunu söylediler.
Güneşe ve yağmura kafa tuttular.
O zaman Bahçıvan uyandı.
Gölgedekiler uyandı.
Ağaç bütün uzuvlarını yokladı.
Temizlik başladı.
Boylu boyunca yıkılmanın eşiğinden dönüldü.
Hâlâ o zehirli kurtlardan var içinde biliyor.
İnlerini de…