Hikâyeciliğimizde kendine mahsus bir yeri olan Mustafa Kutlu 1967’den bu yana Türk öykücülüğüne yirmi dokuz eserlik bir külliyat kazandırmıştır. Bu sayıya baskılarını sürdürmediği için ilk hikâye kitabı Ortadaki Adam ile ikinci kitabı Gönül İşi’ni dâhil etmedim. Kutlu, kendi sesini ve hikâyesini yansıtmadığını gerekçe göstererek bu iki eserin baskılarını sürdürmemiştir. Yazar bu konuda 21.03.199 tarihli Türkiye Gazetesi’ne verdiği bir mülakatta: “ Benim hikâyem kendi sesini buluncaya kadar epey zorluk çekti, bu yüzden ilk iki kitabımın yeni baskılarını yapmadım. Kendi hikâyemi çok geç buldum. Dediğiniz gibi Yoksulluk içimizde, bu hikâyenin ilk tipik misali oldu.”[1] Aynı yıl Hece Dergisi Eylül-Ekim sayısı için verdiği mülakatta ise Yokuşa Akan Sular’da kendi hikâyesini bulduğunu ifade eder: “ Kendi hikâyemi bulmak benim için biraz zor oldu. Bu belki taşralı bir gencin yetişme şartlarının elverişsizliğinden kaynaklanmış olabilir. Yokuşa Akan Sular’da kendi hikâyemi bulduğumu söyleyebilirim.”[2] Bu iki ifade yazarın iki eser arasında kararsız kaldığını gösterse de hikâye noktasında Yokuşa Akan Sular’la, ses ve üslup noktasında Yoksulluk İçimizde adlı kitabıyla Kutlu’nun özgün bir çizgiyi yakaladığını düşünmekteyim. Nitekim yazar, toplumsal gerçekçi bir anlayışla kaleme aldığı Yokuşa Akan Sular adlı hikâye kitabındaki bu tavrı tüm eserlerinde koruyacaktır. Doğallıkla Yokuşa Akan Sular ses ve üslup açısından Kutlu hikâyeciliğini yansıtmamakla birlikte düşünce ve tavır açısından Kutlu hikâyeciliğinin bir nirengi noktası olduğunu söyleyebilirim.
Kitap, çerçeve hikâye dediğimiz birbiriyle bağlı, iç içe geçmiş on kısa hikâyeden oluşmaktadır. Mukaddime adlı ilk öykü Kutlu hikâyelerinin hemen hiç birinde rastlamadığımız deneme türüne yakın bir üslupla yazılmıştır. Bu kısa hikâyede doğa ve şehir karşılaştırması yapılarak insanın tabii olanı gayri tabii olana değiştiği farklı betimleme ve karşılaştırmalarla vurgulanarak modernizm eleştirilir. Modern hayatın ona sundukları karşısında bireyin öz değerlerinden kopuşu ironik bir üslupla şöyle ifade edilir: “Unut sabah namazında safta durmayı. Nöbettesin. Unut amcaoğlunun cenazesini, fazla mesai. Boynundaki hamayılı çöz at, güldürme kimseyi yavuklunun verdiği çevreyi göstererek. Bak eller dünyayı değiştirmişler, sen de değiştir dünyanı. Yarınlar senin.” Bu kısa hikâyede modernizmin sunduğu, sosyal ve siyasal anlayışa, şehir yaşamına getirilen tüm eleştiriler kitabın bir özeti mahiyetindedir. Zira kalan dokuz öyküde bu söylenenler bir alt metin olarak belirecektir.
Kutlu’nun çoğu hikâyelerinde olduğu gibi bu hikâyesinde de mekân İstanbul’dur. 1970’lerin İstanbul’u, hatta Türkiye’si demeliyim. Doğallıkla anlatılan mekân ve sosyal durum kitabın basıldığı 1979 senesinin Türkiye’sinde yaşanan sosyal ve siyasal çalkantılarla da örtüşmektedir. Bu açıdan kitap şimdilerde bir dönem okuması için de uygundur.
Başta da belirttiğim gibi Kutlu, hiçbir hikâyesinde ferdi toplumdan ayrı tutmaz. Onu toplumun içindeki tüm rolleriyle capcanlı bir şekilde aktarmaya çalışır. Öyle ki konuşma biçimine, düşünme biçimine, dünyayı algılama şekline değin tüm ayrıntıları objektif bir titizlikle vermeye çalışır. İyi bir gözlemcidir. Bu gözlem gücü betimlemelerinde, kurduğu diyaloglarda, hikâye anlatım biçiminde öyle belirgin bir şekilde ortaya çıkar ki okur bu gücün önünde sürüklenir adeta. Dışarda akan o hayatı gerçek ses ve görüntüsüyle yazıya aktarmaya çalışır.
Yazar dil kullanımında da aynı doğal tutumunu sürdürür. Kutlu’nun diğer öykülerinde de konuşma diline çok sık rastlarız öyle ki bazı kelimelerin yerel söylenişleriyle yazıldığını görürüz. Kitaptaki “Kalıcı mıyız?” adlı öyküden seçtiğim şu örneklerin benzerlerine çok sık rastlarız: “ – Neyse ağama diyem, babam hastaladı. Bir zaman emilerim otardılar, baktılar. / – Delikanlı zamanımda güleş tutardım. En iyisi burda durmak, kapıyı sürmeleyip oturmak. ” Örneklerde görüldüğü gibi “güreş, diyeyim, hastalandı, emmilerim, burada, sürgüleyip” kelimeleri kitapta yerel kullanımlarıyla yazılmıştır. Özellikle toplumsal değişimi, sosyal çalkantıları, köyden kente göçün yarattığı çarpık yapılaşma ve hayat tarzını hikâyelerinin merkezine koyan bir yazar için bu tercih fazla göze batmaz. Zira insanlar taşradan şehre gelirken örf ve adetlerini, dillerini de yanlarında getirirler. Zamanla şehrin baskın kültürü onlara kendi alışkanlıklarını dayatarak yanlarında getirdiklerini işlevsiz kılar. Kutlu’nun hikâyeleri de tam burada başlar. Onunki bir sürecin hikâyesidir, değişimin, dönüşümün hikâyesi.
Hikâyede, Kars’ın Göle ilçesinde yaşayan Cevher Bican karakterinin dayısının isteğiyle İstanbul’a gelip bir fabrikanın dökümhane bölümünde işe başlamasıyla birlikte bu karakterin başından geçen bir dizi olaylar silsilesi anlatılır. Bican, daha on yedisinde gencecik bir delikanlıdır. Ömrü hayatında betona birkaç kere basan Bican, kendini devasa beton yığınının içinde bulur. Biryandan cehennemi bir sıcağın içinde kavrulurken biryandan da etrafında olup bitenleri şaşkınlıkla izlemektedir.
Kutlu, bu kitapta Bican karakteri üzerinden şehir yaşamı, modernite ve gelenek çatışması, emek, eşitlik, adalet, sendika kültürü, geleneksel din algısı gibi konuları taşralının kavrama biçimiyle çerçeveye oturtmaya çalışır.
O yıllarda taşralının şehir yaşantısı Türk sinemasının da tükettiği konulardan biridir. Lakin Tük sineması meselenin içinde olmayı tercih etmemiş; konuya hep dışardan bakmayı tercih etmiştir. Kutlu, fikir ve ruh olarak konunun hep içindedir. Doğallıkla yazdıkları sahicidir.
Yetmişlerde, İslami çevrelerde sıkça tartışılan konulardan biri de “ulul-emr” kavramıdır. Öyle ki bu konuda İslamcı düşüncenin içinde taban tabana zıt düşünceler dahi üretilmiş; birbirini zındıklıkla, fasıklıkla suçlayan gruplar türemiştir. Kitabın “Dayan Seydali” adlı son öyküsünde bu konuya üstünkörü değinilse de Türk toplumunun geleneksel din algısı Seydali öykü karakteri üzerinden başarıyla verilmiştir.
Yokuşa Akan Sular’ı seksen altıda okumuştum. Şimdi bu yazı vesilesiyle bir kez daha o yıllara gittim. Mustafa Kutlu okumanın en güzel tarafı da budur. Hikâye sizi anlatılan zamana götürür.
[1] Ömer Lekesiz-Yeni Türk Edebiyatında Öykü-Cilt 4, S 54 / Şule Yayınları
[2] Ömer Lekesiz-Yeni Türk Edebiyatında Öykü-Cilt 4, S 55 / Şule Yayınları