Yalnız ölüm yalan söylemez
Kuşkusuz edebiyatın başyapıtları toplumların üzerinde önemli etkiye sahiptirler. Yeri gelir sembolik karakterler, olaylar ya da yerler kurgulanır ve bir şekilde edebiyat, geleceğe yönelik iz bırakmayı başarır. Sadık Hidayet’in Kör Baykuş romanı böyle bir eserdir. Yazar ve eleştirmen Tufan Erbarıştıran’ın bu eseri Yalnız Ölüm Yalan Söylemez – Kör Baykuş üzerine bir değerlendirme adı altında “genişletilmiş” olarak Peywend Yayınlarından (2024) okur karşısına çıktı. 2019 yılında aynı eseri yine Tufan Erbarıştıran’ın yorumları ile Doğu Kitabevi yayınlarından “Kör Baykuş” adı altında okumuştuk. Bu eserin tekrar basılmış olması, Tufan Erbarıştıran’ın edebi kariyerinde önemli bir kilometre taşıdır. Bu anlamda önemli bir başarıdır.
Yalnız Ölüm Yalan Söylemez – Kör Baykuş üzerine bir değerlendirme kitabında Tufan Erbarıştıran okurda bir düşünme ve anlamlandırma süreci başlatmış oluyor. Bu süreçte Tufan Erbarıştıran kendi ruhsallığından kattığı malzeme önem kazanır. Bu bir anlamda Tufan Erbarıştıran ile Sadık Hidayet arasındaki ikili diyalog üzerinden yeni bir alımlama alanı oluşturmuş oluyor. Oluşturulan bu yeni alan üzerinden iki yazar buluşmuş olurlar.
“Doğu’nun Kafka’sı” olarak anılan Sadık Hidayet okura kapkara bir dünya kurar. Onun anlatıcısını veya anlattığı dünyayı reddedişi ile onun muhalif doğasını anlamamıza olanak sağlıyor. Tufan Erbarıştıran bu genişletilmiş ikinci baskıda metnin ima ettiği belirsizlikleri dolduruyor. Sadık Hidayet’in Kör Baykuş’unu kendi yorumlarıyla bize dönüştürerek okura sunuyor. Hiçlik, intihar ve ölüm düşüncesi üzerinden kavramların belirsizce çoğaldığı Sadık Hidayet’in dünyasının izini sürüyor. Bu Tufan Erbarıştıran’ın yaratıcı sanatsal yolculuğudur.
Sadık Hidayet’in bu eserini bastırma serüvenini ilginç bulduğum için değinmeden geçmek istemiyorum. Kör Baykuş’u Sadık Hidayet ilk kez 1936’da Hindistan’ın Bombay kentinde “İran’da satışa yasaktır” ibaresi ile yayınlamış. Bu yöndeki davranışının sebebi kitabının kendi ülkesinde yasaklı olacağından, sansürleneceğinden emin olmasıydı. Ne yazık ki, onun bütün eserleri İran’da hala yasaklanmıştır. Böyle değerli bir yazarın İran halkına tanıtılması engellenmektedir. Ne yazık ki, İran’ın bu tutumu başarılı olmamış, eserin ve yazarın değerinden hiçbir şey eksiltmediği gibi eseri ön plana taşımış, ölümsüzlüğe ulaştırmış, dünya edebiyatında Sadık Hidayet’e önemli bir yazar statüsünü kazandırmıştır. İnsanın varoluşsal durumunu, kaosa bir yer olduğunu, yaşama ve hayatta kalma kapasitemizi sorgulaması ile öne çıkan bir yapıt olarak Kör Baykuş romanı her daim güncelliğini koruyacağına inanıyorum.
Yeniliklerle ve sanatsal özelliklerle dolu, duygusal inceliklerle örülmüş eserleri kavramak, çözümlemek ve onları sahip olduğu kişisel duygularından sıyrılarak incelemek ve okurun önüne çıkarmak Tufan Erbarıştıran’ın başlıca görevlerinden biri olmuştur. “İnceleme yazısı” derken ne anlıyoruz? Sanat ciddi bir şeydir, konusunun da önemli olması gerekir, çünkü ancak bu şekilde bize farklı görme biçimleri sunabilir. Edebiyat eserlerini inceleyen, araştıran bir bilim dalı olarak görevi, işlevi, yazılmış bir eseri konu, düşünce ya da biçim bakımından incelemek, eserin diğer edebi eserlerle benzer ve farklı yanlarını tespit etmek, bu yanların nedenleri üzerine yorum getirmektir. Okur açısından böyle bir yazının geçerli olup anlam kazanabilmesi için hiç olmazsa okurun önceden sahip olmadığı bilgileri vermesi ve okura belli bir görüş açısı kazandırması gerekir. Ayrıca bu inceleme yazılarının, yazarları ve okurları yönlendirmede ve onların ufkunu açıp anlaşılmalarını sağlamada büyük önemi vardır. Kısaca edebiyat eserini irdelerken anlatıdaki anlam kaydırmalarını, muğlaklıkları (söylenmeyen kelimeleri, çok sık tekrarlanan kelimeleri, dil sürçmelerini, kekelemeleri) gidererek, eseri tanıtmaya yönelik bir çaba sarf eder; böylece hem okura hem de yazara hizmet etmiş olur.
Edebiyat inceleme yazıları metnin katmanları arasında gezinir, tıpkı bilinçdışı istek gibi, eserin hem gizlediği hem de ortaya çıkardığı altmetni” araştırır. Başka bir deyişle, yalnızca metnin söyledikleri ile değil, nasıl işlediği ile de ilgilenir. Özetle edebiyat inceleme yazıları, bir eserin değerini vermek, konumunu ve durumunu hükme bağlamak anlamına gelir. Eagleton, Terry. (2004), Edebiyat Kuramı (çev: T. Birkan), İstanbul: Ayrıntı, 2004, s.222)
Hiç kuşkusuz böyle bir metni ele alan yazar, edebiyat alanında mutlaka birikimli olmalı, kendini bu konuda yetiştirmiş olmalı, zengin bir bakış açısına ve kültüre sahip olmalıdır. Bir yazarı ve kitabı incelemekle sorumlu olan yazarın bilgi düzeyi, felsefi anlayışı, yaşama bakışı ele alındığında kendisinin ne tür bir görevi üstlendiğini unutmamak gerekir. Ne de olsa, ele aldığı eserin değerlendirilmesine, ya da yok olup gitmesine katkıda bulunacak, geniş halk kitlelerine ulaştıracak, okur çevresinin genişlemesini sağlayacaktır. Bu görevi yerine getirirken, asıl kalıcı olanın kendisi değil, ele aldığı eser ve yazar olduğu bilinciyle hareket eder.
Tufan Erbarıştıran ilk sayfalarda yazarın yaşamına odaklanır. Yaşamının iniş çıkışlarına, ülkesinden kaçmasına, Hindistan ve Fransa’daki yaşamına, başbakan olan eniştesinin öldürülmesine, İran’daki siyasal ve sosyal çalkantılar ile Avrupa’daki Nazi soykırımı ve yaşadığı iki dünya savaşının yazarın kişiliğinde getirdiği bunalımların eserindeki yansımaları olduğuna dair Tufan Erbarıştıran’ın yorumlarını okuruz. Sürekli göç etmek zorunda olan yazar, eserlerinde özlemlerini, arzuladığı üstün, ilkeli yaşamı, tinin acı dolu sayıklamalarıyla dile getirir. Bu varlık sancısı, yakarışı, onun yaşamına dair en çarpıcı kanıt olarak karşımıza çıkar. Tufan Erbarıştıran’a göre Sadık Hidayet’in duygu dünyasını, kişiliğini kavramak eserlerini anlamaktan geçer. Onun iç dünyası kâbuslarla doludur. Yalnızlık, bulantı, boşluk, kaçış, intihar ve ölüm “Kör Baykuş” romanının büyük çoğunluğunun temelini oluşturur. Tıpkı Sadık Hidayet gibi anlatıcı/kahraman topluma ve dünyaya yabancıdır. Görendir, tanıklık edendir, sorgulayandır, toplumla uyumsuz olandır. Bu dünyaya yabancı olma hali, onun toplumdan kaçışına/kopuşuna neden olur. “Neden?” sorusuna sorar kendine, bu sorgulama evresi, bilincin uyanmasıyla yeni bir ruh halinin gelişmesidir. Kaygı içinde arayan insanın varlığına bürünür. Kendi çaresizliğini anlamakla birlikte içinde taşıdığı zindana daha çok gömülür. Tıpkı anlattığı kahraman gibi Sadık Hidayet de yalnız bırakılmış, yalnızlığa sürüklenmiş, kovulmuş, hor görülmüş, kimseler tarafından sevilmeyen bir karaktere dönüşmüştür. Onun eserlerindeki kahramanla Tufan Erbarıştıran Sadık Hidayet’in kişiliğine dair şöyle açıklamada bulunuyor: “Romanda bu denli çoklu özne yaratma arzusu, yaşadığı coğrafyada karşılaştığı kişisel zorlukların, bunalımların dışavurumudur diyebiliriz. Roman bu dışavurumun bir yansımasıdır. Yazar, duyarlılığıyla, çağın kaygılarını yaşamış, Avrupa’daki soykırımları ve savaşları gördüğünde daha fazla yaşamasının bir anlamı kalmadığını kabullenmiştir.”
Çevresinde gördüğü dünyadan tiksinen kahraman, kendi içindeki garip dünyaya göç eder. Sarsıcı bir hiçlik duygusu altındadır. O, ne ihtiras kokan bu düzenin bir parçasıdır, ne de insanlarla bir uyum içindedir. Kendini öldürme düşüncesiyle dolanıp durur. Tufan Erbarıştıran, bu duruma şöyle bir açıklık getirir: “…kendini seslerin kesildiği, sonsuz bir dinginliğin yer aldığı devasa bir çölün ortasında gibi duyumsadığı da olur. Sessizlik! Sadece kendi sesini duymak ya ondan bile vazgeçmek arzusu tüm benliğini sarmıştır. Kişinin yalnızlığı onun bütün benliğini çekip alır kendisinden. Seslerin ve sosyalleşmenin tümden yol olduğu travmatik bir bunalımın yarattığı sonuç ya da intihardır ya da temelli yalnızlık duygusu!”
Eser anlatıcının acılarını, dertlerini, “zehir” olarak nitelendirdiği başından geçen bir olayı “gölgesine” anlatmaya karar vermesiyle başlar. Roman boyunca “gölge” tıpkı bir insan gibi kahramanın peşini bırakmaz. Bu gölgeler bazen “cılız sağlıksız bir adam” bazen de “ihtiyar hurdacı, kasap, dadı ve adamın karısına dönüşür. Romanın sonunda ise anlatıcı duvardaki gölgesini bir baykuş olarak görür. (“Yazıyorsam, yazmak ihtiyacı beni zorluyor da ondan. Mecburum, düşüncelerimi hayali bir varlığa, gölgeme bildirmek baskısını çok, pek çok hissediyorum.” Sadık Hidayet, Kör Baykuş 2017, s.37)
Anlatıcı, acılarını başka birine anlatamayacak kadar yalnızdır. Sadık Hidayet romanıyla, içinde yaşadığı topluma ait olmadığını adeta haykırır. Ayrıca Tufan Erbarıştıran’ın vurguladığı gibi onun uzun yıllar İran’dan, memleketinden ve kültüründen uzakta kalışı onda yarattığı acı ve hüznü anlamamıza şu sözleri yardımcı olacaktır: (“Hayat bana tek ve değişmez bir mevsim oldu hep. Bu hayat bir soğuk bölgede ve sonsuz bir karanlıkta geçti adeta, öle ki bağrımda hep aynı alev vardı ve o beni bir mum gibi eritti.”) Sadık Hidayet, Kör baykuş, 2017, s38)
Anlatıcı/kahraman kendini farklı biçimlerde ve farklı mekanlarda görür. Bu görüntüler bazen onun sanrısıdır, kendine yarattığı hülyalı bir dünyadır. Bu dünyayı gerçeğe dönüştürmek, onun içinde yeniden var olmayı, sonsuza kadar kaygısız, dertsiz, tasasız kalmayı arzular. Yarattığı bu dünyada kendinden geçer, mutlu olur; düşler, simgeler, uçuşsan nesneler arasında gidip gelir. Kendi yarattığı düşlerin, mistik öğelerin ve fantastik bir yapının içinde hapsolmuş, toplum dışı kalmış, edilgin bir davranış benimsemiştir. Haliyle bu tepkisinde bir isyan çığlığı vardır ve onu aşmada yetersiz kalmaktadır.
Anlatıcı/kahraman yaşadığı düş kırıklarını ve içine düştüğü bunalımı kör baykuş imgesi üzerinden dile getirir: “Bir baykuşa benziyordum, ama iniltilerim boğazımda takılıp kalıyordu ve ben pıhtılaşmış kan olarak tükürüyordum onları. Şayet baykuş da hasta olsa benim düşündüğüm şeyleri düşünür. Duvardaki gölgem tıpkı bir baykuş gölgesiydi ve iki büklüm eğilmiş, yazdıklarımı dikkatle okuyordu. Anlıyordu besbelli; bir o anlayabilirdi. Göz ucuyla gölgeme baktıkça korkuyordum.” (Kör Baykuş, s. 76)
20. yüzyılın romancılarını yabancılaştırma sanatçıları olarak değerlendiren Yıldız Ecevit, bu metinleri alışılmışın dışında, grotesk/yabancı bir atmosfer içinde kurgulayan yazarlar arasında Kafka’yı ve Joyce gösterir. Bu akım üzerinden yazan yazarlar, gerçeği, bir modeli örnek alarak yansıtmazlar, onu baştan yaratırlar. Bu yaratma ediminde yazar yakalayabildiği gerçek parçacıklarını, düşlerini, bilincinden/bilinçaltından bulup çıkardığı malzemeyi biçimlendirmektir. Böylece 20. yüzyıl edebiyatı kurguyla/teknikle/yapıyla oynanan bir oyuna dönüşür. (Yıldız Ecevit, Türk romanında postmodernist açılımlar, s.38)
Tufan Erbarıştıran’ın dikkat çektiği bir önemli nokta da Sadık Hidayet’in Kafka ile benzerlik göstermesindedir. Her iki yazarın da aralarında derin bir yazgı birliği olan iki yaşamın aynı anda açığa çıktığı metinlerdir. Kafka’nın hayatına dair yapılmış olan derinlikli incelemelerde Sadık Hidayet’i de anlamak için önemli bir kaynaktır. Sadık Hidayet de tıpkı Kafka gibi umutsuzluğunu yaratarak kapatmaya çalışır. Franz Kafka’nın Dönüşüm ünde başkahraman Gregor Samsa’nın bir sabah kendini bir böcek gibi görmesiyle öznenin başkalaşması anlatılır. Kafka, toplumda ezilmiş, horlanmış insanın bürokrasi ve sistem karşısındaki çaresizliğini anlatmak için Gregor Samsa’yı böcekleştirir; romanın sonunda böcek Samsa bir faraşla çöp kutusuna atılır. Kör Baykuş’ taki anlatıcı/kahraman, kendi isteği ile son verir. Her iki yazarın da bireyin toplum içindeki yalnızlığını, kendilerine yabancılaşmalarını, sistemin onları ezmesini, savaşların, etnik ayrımcılığın, ekonomik sorunlar gibi siyasal nedenlerin insanları sürüklediği çaresizliğe vurgu yapar. Tufan Erbarıştıran şöyle açıklar: Romanda tam anlamıyla boğuntulu, çıkmaz sokaklarda dolu, dev bir labirentin karanlık dehlizlerini duyumsarız. Sadık Hidayet, bu dünyada insanı kısıtlayan, tinsel anlamda bunalıma sokan, özgür düşünmesini engelleyen, savaşlar ve soykırımlar gibi vahşi dürtülerin egemen olduğu bir yaşamı sorgulayarak kendine bir yol bulmaya çalışmaktadır. Ancak bu o kadar da kolay değildir.
İnsanoğlu Antik Yunan’dan bu yana sanat kavramı üzerine düşünmektedir. Onun tanımını yapmaya, buna bağlı olarak da işlevini saptamaya çalışmaktadır. Birkaç bin yıllık bu uğraş sayesinde pek çok akım, kuram ve teori ortaya çıktı. Terry Eagleton her metinden birden fazla anlam çıkarılabileceğini, metni açıklamak için tek bir doğru yorum olamayacağını, “farklı okurlar[ın] eseri farklı şekillerde gerçekleştirmekte özgür” olduklarını söyler. (Eagleton, 2014: 93)
Metnin estetik başarısı ise okura yaşattığı estetik yaşantıdan kaynaklanır. Iser’in kuramına göre bu estetik yaşantı, okurun metnin içindeki bilinmezlikleri bilinir kılmasıyla, boşlukları doldurmasıyla, yani metnin oluşumuna sağladığı katkıyla gerçekleşir. “Okurun kendi çabasıyla anlamı bütünlemesi ve keşfetmesi bir çeşit estetik zevk sağlar ona” (Moran, 2014: 244).
Tufan Erbarıştıran Sadık Hidayet’in metinde bıraktığı boşlukları varoluş felsefesi üzerinden doldurması sonucunda oluşur. Alımladığı varoluş felsefesini devreye sokarak yeni bir evren yaratır. Bu yeni evren (Yalnız Ölüm Yalan Söylemez – Kör Baykuş üzerine bir değerlendirme) Tufan Erbarıştıran’ın Sadık Hidayet’in Baykuş romanını kendi edebi ve düşünsel birikimiyle oluşturduğu estetik düzlemde yansımasıdır.
Kasım 2024
Kaynakça
Eagleton, Terry (2014). Edebiyat Kuramı – Giriş. çev. Tuncay Birkan. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Ecevit, Yıldız (2004). Türk Romanında Postmodernist Açılımlar. İstanbul: İletişim Yayınları.
Moran, Berna (2014). Edebiyat Kuramları ve Eleştiri. İstanbul: İletişim Yayınları