Gün biter, en anlamlı sığınağımıza çekiliriz.
Orada bereketlenir esenliğimiz; yolumuzu orada kaybeder orada buluruz; her yolun bir kenarı oraya çıkar; onun koynuna çekiliriz; diri memelerinden emerek dinlenir, yeni bir güne öyle başlarız.
Her yokuştan ona çıkar, her inişten ona ineriz.
Onu çekeriz üstümüze acılarımızı saklamak yahut derinleştirmek için.
Yeryüzünün en büyük çadırıdır o barınak; ay penceremiz…
O dediğim gecedir; orası dediğim de…
İki siyah nehir: Gece…
Şarkımız.
Saçları rüyalarımıza akan bir peridir; uzun bir şarkıdır… İlk günden başlayan bu şarkı, her günün bitiminde yeniden tazelenir, tatlanır… Hiçbir gece bir öncekiyle aynı değildir onun için. En uzunu da, en kısası da aynı şarkının gecesidir… Aynı şarkının, aynı olmayan şarkının…
Çelişki dediğimiz neyse; gecenin güne bitişik uçlarından başlar…
Diyorum kardeşlerim, gece üstüne çok şey söylenmiştir; söylenmektedir; söylenecektir; âşıkların, hastaların, fahişelerin, tutsakların, ölümü bekleyenlerin, ölümün beklediklerinin, ölümü bekletenlerin, gördüğü her gelincikte gönlü kalanların… ne bileyim, yaşamış, yaşayan ve yaşayacak her insanın ayrı bir gecesi vardır.
Her gün için ayrı bir gece…
Her gün için o geceye söylenen ayrı bir şarkısı vardır…
Gecenin de bir şarkısı vardır; ince, bıçak ağzından ince…
Bir tarafı hüzün sayfalarına açılır, diğer tarafı umut sayfalarına…