Magazincilerin kanaat önderliğini üstlerine almalarını kanıksamış durumdayız.
2020 yılı Nisan ayının 02’nci günü.
Dışarıda serince bir hava. Yağmur çiseliyor. Damlalar tam karşımdaki çaydın yüzeyinde halkalar oluşturuyorlar. Ağaçların çoğu çiçekten tomurcuğa geçmiş. Ancak birinin dallarında pembe beyaz salkımlar görkemle salınıyorlar. Erguvan değil. Ne ağacıdır bilmiyorum.
Sokakta olmalıydım; evdeyim. Bir süredir böyle. Karı, koca ve iki kedi.
Çin kaynaklı şu salgın yüzünden.
Bulaşıcı sayrılıklar insan yaşamını bırakmıyorlar. Sars, kuş, domuz gripleri derken bu yıl korona virüs (Kovid 19) çaldı kapıyı.
Herkes gibi ben de olumsuz etkilendim.
Şubat’ın 28’inde İskeçe’ye, Drama’ya gitmek üzereydim. Ötelendi. İtalya virüsü bir, bilemedin iki gün daha oyalasaydı, gitmiş, gelmiş olacaktım. Kapıdan dönmüş gibi oldum.
Mart’ın 13’ünde Ankara’da önemlice bir ödence davamın duruşması vardı. Aralık ayının sonuna ertelendi.
Bu ayın 16’sında İstanbul’a gitmeyi kuruyordum. Torunumu görmek için. Gerçekleşmeyecek. Özlemimi görüntülü bağlantıyla giderebiliyorum.
Virüsten korunmak için bireysel önlemlerimizi almaya çabalıyoruz.
Zorunlu olmadıkça dışarı çıkmıyoruz. Çıkmak zorunda kalırsak korumaya ve korunmaya çalışıyoruz. Kimseyi düşünmesek birbirimizi düşünmek zorundayız.
Eller gerektikçe sabunlanıyor. Bu konuda bir değişiklik yok. Eskiden de öyleydi. Sipariş getirenlerle sosyal aralık aralığında durulmaya özen gösteriliyor. Ürünler çamaşır sulu bezle arındırarak içeri alınıyor.
Tuzlu suyla ağız, burun temizleniyor. Meyveler, sebzeler sirkeli suya yatırılıyor. Son iki eylemin koronaya zarar vermediğini öğrenmişsek de ortalıkta o önlemlerle uğraşılacak mikroplar, zehirler de var. Hangi arındırıcının kullanılacağıyla karım ilgileniyor.
Sokak kedilerini artık havadan besliyorum.
Yemek saatlerini biliyorlar, sıralanarak başlarını yukarı kaldırıyorlar. Bakışları bizim katın penceresinde. Üstteki tellerdeyse kargalar sıralı. Epey besililer. Bahçemizin açlık korkusu taşımayan kedileri yanı başlarına konup yiyeceklerine ortak çıkan kargalara bakmıyorlar bile.
Dişilerin hepsi gebe. Kiminin karnı neredeyse yere değiyor. Şubat bitmeden olanlar oldu. Yakında şenlik var.
Ne var ki dışarıda çok kişi dolaşıyor.
Gözlük takan, maske ve eldiven kullanan az. İnsanları korku henüz kuşatmamış.
Kalabalık oluşturmaktan bile kaçınmıyorlar. Her yaştan insan yan yana, yüz yüze. Üstelik altmış beş yaşın üstündekilere ve kalıcı sayrılıkları bulunanlara sokağa çıkmak yasak. Topun ağzındalar çünkü. Diğerleri eve geldiklerinde onlar bulaştırmayacaklar mı?
Haydi, yaşlılar kendilerini umursamıyorlar, gençler de gençliklerine güveniyorlar. Gençlerin büyükleri umursamamaları olağan mı?
Evdeki uğraşlar belli: Televizyon izlemek, sanal evrende dolaşmak, okumak, yazmak, mesajlaşmak, telefonlaşmak, evdeki ve dışarıdaki kedilerle ilgilenmek…
Televizyon kanallarında ve İnternet sitelerinde koronayla ilgili haberler, bilgiler, yorumlar, uyarılar.
Yurt içinde ve yurt dışında virüs bulaşanların, ölenlerin sayıları, koronanın belirtileri, test sayısını artırmak ve yeterli solunum aygıtı sağlamak gibi konular gündemdeler. Salgının ne zaman inişe geçeceği, biteceği kestirimlerini duyuyoruz.
Kolonya, maske, arıtıcı yetersizliği konuşuluyor. Sağlıklı insanın maske takması gerekir mi, gerekmez mi sorusunun yanıtı arıyordu. Sağlıklı kişilerin maske takmaları gerektiği sonucuna varıldı. Canan Karatay kızmasının, bağışıklığı güçlendirerek paçayı kurtarabilmek için, kelle paça çorbası içmek dışındaki yollar dinlendiriliyor.
Bir virüs uzmanımız vardı, şimdilerde ses ve görüntü gelmiyor kendisinden.
Oytun Erbaş adlı bilimcimiz, “Türklerin genlerinin karışıklığı nedeniyle bu virüsün bulaşmasına engel.” demişti. Gelse bile on, yirmi kişiyi etkilermiş! Kavimler göçünden dolayı atalarımıza saygılarımızı sunmuştuk!
Ne var ki muştu balonu çabucak patladı. Akdenizlilik, Avrupalılık, arılık, melezlik ayırmayan salgın Türkiye’yi de sarıverdi. Eskilerin dediği gibi, bir söylemeden önce iki dinlemek iyi gelecek.
Magazincilerin kanaat önderliğini üstlerine almalarını kanıksamış durumdayız.
Magazin izlencelerinden birinde Hakan Ural, “Bu dünya savaşlarından bile büyük bir sorun. Bizim kuşağa denk geldi.” anlamında bir şeyler buyurdu.
Dünya savaşlarında kaç milyon insan öldüğünü bilmiyor anlaşılan. Veba, İspanyol nezlesi, tifo salgınlarını da duymamış. Bilmeyenler bilmedikleri konularda konuşmayı bilenlere bıraksalar.
Karantinadan kaçmak, tanıdan kaçmak gibi ilginç davranışlar yansıyor ekranlara.
Birini aktarıyorum: İstanbul’un Beylikdüzü İlçesi’nde sağlık çalışanlarının yaptıkları denetimde yüksek ateşli bir kadın virüs testi yapmak isteyen görevlilere “Bir de korona çıkarttılar başımıza” haykırışlarıyla direniyor. “Manyak mısınız?” diye de soruyor.
Sağlıkçılar bu zor günde hem ayağına gelmişler hem de saygılılar, ne kaşınıyorsun be yurttaş! Virüsten kaçanın anası ağlamaz biçimi alan atasözünü, karantinadan, tanıdan kaçan ağlamaz mı anlıyor kimi yurttaşlar. Korumayanın ve korunmayanın kendisi de ağlar anası da…
Kara gülmece belgeliğimiz bu sınav günlerinde yeni örneklerle varsıllaşacak anlaşılan.
Bir soru: Bencillikleri, tedbirsizlikleri, umursamazlıkları, aldırmazlıkları yüzünden başkalarına virüs bulaştıranlar bu eylemlerinden olayı taksirlerden mi, bilinçli taksirlerinden mi, olası kastlarından mı, kastlarından mı sorumlu tutulmalılar?
Evde durmanın fiziksel ve ruhsal sonuçları olabilecek kuşkusuz.
En önemli ve yakın tehlike kilo almak. Az yiyeyim, hareket yapayım diyorum ama açlığa ve uyuşukluğa yeniliyorum. Süreç ilerledikçe ruhsal sağlığı korumak da güçleşecek. Virüs haberleri yeterince iç karartırken, buna kapalılık sıkıntısı da eklenecek. Evimiz aydınlık, manzaramız gökçe diye avunuyoruz.
Hanımefendi şimdilik dingince! Yemek, temizlik oyalanıyor. Çok uzun süredir ilk kez ekmek pişirdi. Biz çocukken bilirdik ev ekmeğini. Son kuşak bilmez.
Benim için bir ilginçlik de şu: Astım rahatsızlığımdan dolayı öksürükle, hapşırıkla birlikte yaşıyorum bu aralar. Sakallarımı kesmediğimden tam bir pamuk dede görünümü edindim. Tüm bunlarla sokağa çıkarsam, “Alın beni! Alın beni!” demiş olurum!
Yakınmayalım, önceki kuşağa göre olanaklıyız.
Dışarıya hiç çıkamayanları da getirelim usumuza.
Salgının insanlığa bedensel ve ruhsal temizliği öğretmesini ummak istiyorum.
