Ne güzel sözcük terlik…
İkisi bir olunca biraz Türk biraz Acem işi, dedi.
Yok dedim, süzme Türk işi. Fidanı almışız, tarlaya dikmişiz, ağaç bizim.
Uç, uç böceğim.
Annen sana terlik pabuç alacak.
Almazsa ben alırım.
Sonra anlattı:
Adam tasavvufa dair yazıyor.
Musikiden konuşuyor.
Hayatın inceliklerden bahsediyor.
Kitaplar çıkarıyor uygarlığımıza dair.
Konferanslar veriyor.
Son konuşmasında, Sevgilimizin konuklarını ayakta karşıladığından, tebessümünden, yan dönmediğinden, tam veçhe ve tam cephe hitap ettiğinden, yüzünü, sözün yüzünü, anlamın yüzünü ekşitmediğinden bahsetti.
Şaşırdım.
Bir gün yüce bir makamdayken, hani bana randevu almıştın ya, o kişiden.
Kapıdan girdim.
Ayakları masanın üstünde…
Öyle karşıladı beni.
Soğuk, sorgulu, ilgisiz…
Ayaklarını indirmeden, ne bekliyorsun git, dedi bakışlarıyla.
Salavat getirip çıktım.
Her salavat getirişimde, o kare bir sinek gibi aklıma konuyor.
Nerden söyledin terlik sözcüğünün güzel olduğunu…
Uç benim parlak şeyhim.
Seni terliğinin tabanından tanırım.