Simitçide oturduk.
İki çay iki simit söyledik.
İki masa ilerimizde bir kız da çay ve simit söyledi.
Kıza dikkatli baktı.
Tanıyor musun dedim.
Tanışırız dedi.
Kalktı, kızla bir şeyler konuştu.
Kız ona bir şeyler söyledi.
Geldi.
Allah’ın köylüsü dedi, ben şimdi yapacağımı biliyorum.
Cebinden kalemi çıkardı.
Bak şimdi, dedi, simidini ve çayını bitirmeden uyuyacak.
Nasıl, dedim, şaşırarak.
Sol başparmağının tırnağına, cebinden çıkardığı bir kalemle bir Vav çizdi.
Harfi saçlandırdı, içine kaş göz çizdi.
Kalemi de pek ince uçlu hani.
Sonra başparmağın boğumuna kadar bir kare çizip kareyi sekize böldü.
İçine tuhaf harfler yazdı.
Kız simidinden bir ısırık daha alıyordu ki esnedi, gözleri kapanmaya başladı.
Simidi bıraktı.
Eli çayına uzandı.
Masaya düştü.
Boynu hafif öne eğildi.
Hafifçe horlamaya başladı.
Horultusuna da makyaj yapamaz ya dedi, gülümseyerek.
Güzel olmasına güzel de, bana siktir git demeyecekti.
Hadi gidelim.
Davul çalsan uyanmaz.
Ne olacak sonra dedim.
Hınzırca gülümsedi.
Garson güçbela uyandıracak.
Yalpalayarak tuvalete gidecek.
İşini yaparken tekrar uyuyacak.
Kadın tuvaletinde kuyruk olacak.
İçeriden ses çıkmayınca kapıyı kıracaklar.
Ambulans çağıracaklar.
Hastanede uyanacak.
Teşhis koyamayacaklar.
Her şey temiz çıkacak.
Bu da ona ders olacak.
Ayıp bu yaptığın, dedim.
Hem günah da…
Üstüne bir nokta koy kaybolsun, dedi.
Dönüp dolaşıp geldik.
Simitçinin önünde bir ambulans.
Vallahi inandım.