Sol kolumun bileği birkaç gündür boş.
Bileğim saatimin kayışı koptuğu için boş.
Eşim o saati emekli ikramiyesiyle almıştı.
O günden beri aynı saati kullanıyorum.
Gençliğimizde bekarlığımızı göstermek için yüzü iç kısma gelecek şekilde takıyorduk, bu huy bende kalıcılaşmış; saati bileğimde ters taşımayı sürdürüyorum.
Saat eskiden pahalı bir nesneydi, şimdilerde işportaya düştü.
Ne var ki milyonluk saatler de var.
Milyonluk bir saat ilgim dışıdır; milyonum olsa çok başka önceliklerim olurdu.
Kol saati zaman dilimleyen bir araçtan daha çok takı işlevi görüyor artık.
Şekli bu yüzden her zamankinden öne çıktı.
Kol saatimin kayışını yenilemekte üşengeç davranmamın nedeni, saat bilgisi de veren cep telefonu.
Telefon saati, yaşantımıza sonradan giren zaman belirleyicilerden.
Saat değil gerçekte ancak o işi başarıyla görüyor.
Başucumuzda bulundurulabilmesi, gittiğimiz her yere götürülebilmesi ve ışığının bulunması gibi nitelikleri her yerde ve zamanda kullanılırlığını kolaylaştırıyor.
Cep telefonunun bir olumsuzluğu, akrebi ve yelkovanı unutturacağıdır.
Bir de masa saati vardı değil mi?
Evin demirbaşlarındandı, yerini çoktan beridir cep telefonuna kaptırdı o da.
Duvar saati kullanmayı bırakmadım.
Uyandığımda cep telefonu, kol, masa saatlerinden birisini aramak yerine, karşımdaki duvara bakıp vakti öğrenivermek kolay geliyor.
Köstekli saat hiç kullanmamışım.
Şu saat söyleşisi olmasaydı, varlığını bile anımsamazdım; ne tür saatler kullanılıyor diye düşününce usuma geldi.
Ağırlığı yerinde eski zaman adamının havalı zaman göstericisi.
Köstekli saat her cepte taşınmaz; sol cebi saate ayrılmış bir yelek ve o yeleğin köstek de denilen zinciri tutacak düğmesi gerekiyor.
Sanıyorum şöyle yaparlardı: Yelek cebinden yavaşça çıkarılıp kapağı dikkatlice kaldırılarak bakılır, aynı yavaşlıkla ve dikkatle yerine konulur.
Bir de saat kuleleri var.
Kentlerin alanlarına yerleştirilen saat kuleleri, saatin her eve girmediği, her bileğe geçmediği devrin buluşu.
Diplerinde buluşulan yapılara dönüştüler çoktandır.
