Penceresinde iki kumru yolunu gözlüyor.
Birinin gagası kaymıştı ilk geldiğinde.
Adı ne olsun.
Nazlı. Erkekmiş meğer. Olsun yine Nazlı.
Diğeri Can.
İlk başlarda ekmek içiyle besledi Nazlı’yı.
Zamanla gagası düzeldi.
Güvercinler de geliyor. Kumruları dövecekler bıraksa.
Küçük yastıkla kovalıyor güvercinleri.
İçlerinden efelenenler de olmuyor değil.
Bir gurup serçe geliyor.
Onlara da yem veriyor ayrıca.
Her akşam böyle, her akşam böyle, her akşam böyle.
Yaz kış.
Kumrular aç kalır diye akşam program yapmıyor, tatile çıkmıyor, şehir dışına çıkmıyor hafta sonları.
Gözleriyle teşekkür ediyorlar.
Onlar için aylık yem alıyor.
Nazlı’nın gagası iki yılda düzelir gibi oldu.
Bir güzelleşti, bir güzelleşti.
Resmini yaptı bekleyişlerinin.
Çerçeveletti.
Gün geldi.
Evi satmak zorunda kaldı.
Nazlı ve Can’la konuştu.
Anlamadılar konuşmadan ama tatsız bir şey olacağını da tahmin ettiler.
Küçük bir Akdeniz kasabasına taşındı.
Bu kadarını bilemezlerdi.
Kuşlar günlerce, akşam hava kararmadan pencere önünde beklediler.
İçeri baktılar.
İçerdeki yabancılara…
Anne gördü.
Çocuk gördü.
Baba gördü.
Bir avuç yem atmak akıllarına gelmedi.
Başlarının çarelerine başka şekilde baktılar.
Evi bıraktılar.
Kasabadaki evinin duvarına asılan Nazlı-Can resmine gelince:
Evin tekirini birkaç kez resme ulaşma hesapları yaparken gördü.
Nasıl olduysa masadan duvara atlamış.
Çam kırılmış.
Kedi resmi parçalamış.
Kumrucukların her yerinde diş ve tırnak izleri.
Resim resimliğini kaybetmiş.
Tekire kızamadı da içinde bir sızı…
Gerçek gibiydiler resimde dedi, sesi üzgün.
Kediden belli dedim.
Yerden bir çakıl aldı.
Denize fırlattı.
Taş suyun üstünde sekti.
Ustasın, dedim, şaşkın.
Gagası tam düzelmişti, dedi.
Ne dedim.
Sustu.
Anladım.

%d blogcu bunu beğendi: