Durmuş oturmuş bir çağda neden göçer insan?
İşini, evini ve diğerlerini bırakıp; insan yutan devin kapısına, çağını yalanlayan aklıyla neden dayanır?
Sebebi ne olursa olsun, sonuçta geldi.
Gelene gelme demez bu şehir, o kadar çoktur ki kalanı, bir eksiğin bir fazlanın kaydını tutmaz.
Aramak ve beklemektir hayatının özeti. Gündüz arar, gece bekler.
Kimi aramaktadır, kimi beklemektedir? Neydi umduğu?
Karacaoğlan olmak mı, Dadaloğlu’nu bulmak mı? Kaf Dağı’nın güzeline kavuşmak mı? Hepsi!
Bunda şaşılacak bir bölünmüşlük yok. Tamamlarken tamamlanır, tamamlanırken tamamlar insan.
Akıl edemediği gerçek ise şu: Oraların duruşları buralarda para etmiyordu.
Dadaloğlu gelmezdi bu şehre; gelse kılıcını kaptırırdı, kaptırdığının farkına varmazdı. Karacaoğlan sazını bağışlayıverirdi yalancı bir işveye, dili bile tutulurdu. Kaf Dağı’nın güzeli ise kaybolurdu, kaybolduğunu bilmezdi.
Mekân onların mekânı, zaman onların zamanı değil.
Kapıları çalıyor; tanıdık kapılarını.
Bu şehirde kapılar bir şey istemek için çalınır; bir şey isteyebilmek için o bir şeyin karşılığı bulunmalıdır isteyende. Memleketini bir serap peşinde terk eden adamın karşısına sıkıntı resimli yüzler çıkar.
Yanlış insanların kapıları mıdır çaldıkları?
Peki, hakkı mıdır başkalarının kapılarını çalmak?
Çağıran mı oldu, bekleyen mi vardı?
Belki birilerini yüzüstü bırakmıştı gelirken, o bırakışın ceremesini çekiyordu!
Hazır mıydı gelmeye?
Kendini sorgulayacak ruh hâlinde değil. Bencilliği sürüyor. O yüzden O’nun gözüyle bakmayı sürdürelim yaşadıklarına.
Aramakla bulamayınca umduğunu, yalnızca beklemeyi seçer. Kıpırdamadan yol gözler. Gelir gibi yapıp gitmektedir beklenen.
Can çekişen gönlünün ameliyatını yapıyor bekleyiş vakitlerinde.
Bir yalnızlığı paylaşmaya getirmişti kendini; gönül yağmalamaya, gönül yağmalatmaya. İddialı ve havalı gelmişti. Garip kaldı. Yırtıcı da olsa nihayetinde bir kuştu; kanatları yolunmuştu, gagası kırılmıştı. Özdemir Asaf’ı, Fiyodor Dostoyevski’yi hatırlatan vakitler geçer.
Son yumruk! Yerde. Bir, iki, on. Hayal tükendi, serap kayboldu…
Geriye dönüyor. Geldiği yere dönüyor…
Göçmen kılan hayalini sur dibine mi bırakmıştır, köprüden suya mı atmıştır; gönlünün dikişlerini aralayarak saklamış mıdır? Kesin bir hükme varamayız.
Yenildiği fakat küsmediği ileri sürülebilir.
Kendini hiçbir zaman bırakmayacağı, varlığına sımsıkı sarılacağı sanılmaktadır.
Belki de arasındakiler yazılsın diyedir bu geliş ve gidiş.
Acımasız bir özeleştiri yapması beklenir.
Şöyle ağır bir yağmur yağsa ve sonra bir fidan yarsa toprağı…
