Başı ağrıyor.
Ağrımasa da ağrıyor başı, belli, şikâyet vezninde konuştuğundan.
Dünya üzerine çöktüğünde, kederlendiğinde suya giriyor.
Yıkanmanın hafifleten bir tarafı var.
Doktor Bey’i dinliyor bir gün.
O buğulu sesiyle, dünya dayanma pazarı diyor, darılma pazarı değil.
Yazıklanma orucu tutturuyor diline.
İyiyim.
Hep iyiyim.
Daha iyiyim.
Derken bile yüzünde bulutlar, bulutlar, bulutlar.
Bir gün Ulus’ta, Hal’den çıkıp yürürken, ayağı kayıp düşüyor.
Canı yanıyor.
Yanan canına kızıp, hamdolsun bir yerim kırılmadı diye teselli ediyor kendini.
Elmaları dökülüyor.
Nasıl toplasın?
İnip tekrar alıyor.
O elmaları kimin yediğini bilemez.
Ben de bilemem.
Dilenmeyi ar sayan bir amcanın günün akşamı kaldırım kenarındaki mazgala sıkışmış elmayla nefsini köreltip Allah’a şükrettiğini, dahası elmayı düşürene dua ettiğini de bilemez, bilemem.