Harmanın hemen yanında saman evi var. ‘Haydağan’ derler adına. Çatısı ardıç kabuğu ile kaplı. Kolay akmaz. Dört duvarı taştan. Önde bir kapısı var. Harmana bakan arkasında tavana yakın bir penceresi. Yabayla saman atılır. İçeride birisi samanı yaymak, düzeltmek için elinde yaba bekler. Aynı zamanda samanı tepeler. O benim. Çocuk. Pencereden bakınca saman tozu zerreler halinde bir tül perde oluşturur. Şimdi o harman metruk. Saman evi metruk. Olsun, bende yaşıyor.
Ne zaman başım ağrımaya başlasa bir hapşırık nöbeti de başlar. Yeterince hapşırırsam başımın ağrısı derinleşmeden geçer. Hapşıramazsam yandım. Nöbet birkaç saat sürer. Burun tıkalıysa baharat koklamak da kâr etmez. Ben de buldum çözümü. Ağrı artmaya mı başladı, elimde yaba kendimi o saman evinde hayal ederim. Başlarım hapşırmaya. Bir. İki. Üç. En az yedi. 13’e kadar hapşırırsam bir şeyciğim kalmaz. Yabayı bırakır, o çocuk tırmanışıyla pencereden çıkarım.
Allah’ım dünya ne güzel! Hapşu…
Çok yaşa!
