Günlük gazetelerin kaderidir, bir sonraki günün gazetesi çıktığında bir önceki gazetenin yüzüne bile bakılmaz. Gazeteciler için de vahim bir durumdur bu. Bir gün sabahtan akşama kadar çalışıp ürettiğiniz bir gazetenin ömrü 24 saattir. Yalnız bazı koşullar istisna. Eğer gazete okunduktan sonra başka amaçlar için kullanılıyorsa, o gazeteyle işiniz bitmemiş demektir. Gazetenin bundan sonraki yolculuğunda belki üzerindeki bir yazı birilerinin dikkatini çekebilir, yeniden okunabilir.
Bugün eski bir gazetedeki şu başlık dikkatimi çekti: “Biraz Hz. Fatıma biraz Mary Wollstonecraft”. Gazete, Yeni Şafak. 17 Nisan 2002 Çarşamba. Kültür sayfasına manşet olmuş bir röportaj. İmza, Yeni Şafak’ın değerli kalemlerinden Ayşe Olgun’a ait. Röportaj içinde yaşadığımız çağın değerli kalemlerinden Cihan Aktaş’la yapılmış. Bu röportajın bu kadar dikkatimi çekmesinin en önemli nedeni, son zamanlarda okuduğum bir kitapta[1] hayatına tanıklık ettiğim Mary Wollstonecraft’tan söz ediyor olması.
Cihan Aktaş röportajda hikâyelerini yazdığı başörtüsü nedeniyle hayatları çalınan kızlardan söz ederken şöyle diyor:
“Benim kahramanlarım hiçbir şeyi hazır bulmayan, cevapları güç elde edilebilir soruları zor olan zor kişilerdir çoğunlukla. Bir geçiş alanının insanları, sahnenin dışına itilmek istenen dirençli kahramanlar… Bu kişilik aslında birer prototip. Sorumlu, bu nedenle sorunlu. Düşünen, bu nedenle kafası karışık. Özgürlüğüne düşkün, bu nedenle belki dağınık. Onda hem Hazreti Fatıma’dan, hem de kadın hakları savunucularından Mary Wollstonecraft’tan izler bulabilirsiniz.”
Peki Cihan Aktaş’ın sözünü ettiği Wollstonecraft nasıl bir hayat sürdü? Neler yaptı, ya da yapamadı? Ona bakalım şimdi:
1700’lü yıllarda yaşayan İngiliz Wollstonecraft, dedesi öldüğünde yedi yaşındayken erkek kardeşinin nasıl tek varis olduğuna tanık olur. Sorunlu bir ailede büyüyen Wollstonecraft, erkek kardeşinin okula gönderildiği halde kendisinin küçük yaşta ev işlerini üstlenmek zorunda bırakılışıyla sıkıntılı yıllar geçirir. Kız çocuklarının okutulmadığı bir yüzyılda dünyaya gelmiş olmak gibi bir şanssızlığı vardır. Okuma yazmayı, yaşlı bir kâhyadan öğrenir.
O dönem okula gönderilmeyen İngiliz kızlarının tek çıkış yolu zengin bir koca bulup evlenmektir. O buna asla sıcak bakmaz. Geçimini sağlamak için evlenmek gibi bir yol onun için kabul edilebilir değildir. Evden ayrılıp bir kız arkadaşıyla birlikte yaşamaya ve zengin bir hanımın nedimesi olarak çalışmaya başlar. Annesi ölüm döşeğindeyken eve çağrılır, annesi hayata veda ettikten sonra bu kez kızkardeşini yanına alarak Londra’ya taşınırlar. Burada bir okul kurarlar. Okul bir süre sonra kapanır ve Wollstonecraft, Lord Kingsborough diye birinin evinde çocuk bakıcılığı yapmaya başlar.
Wollstonecraft için hayat yirmi sekizinde başlar. Londra’ya geri döner. Şu ana kadar yaptığı, öğretmenlik, çocuk bakıcılığı gibi işlerin hiçbirinin arzuladığı meslekler olmadığının bilincindedir. O, yazmak, zihinsel çalışmayla kişisel özgürlüğünü yaratmak istemektedir. Çocuk bakıcılığı yaptığı dönemde yazdığı “Mary” adlı uzun hikâye ve “Kız Çocukların Eğitimi” adlı kitabı ünlü yayınevi Fleet-Street tarafından basılır. Yayıncı Joseph Johnson, fikirlerinden ve özgürlük anlayışından etkilendiği Wollstonecraft’ı yayınevinde editör olarak işe alır. Kendi kendine Fransızca, Almanca ve İtalyanca öğrenen Wollstonecraft, genelde tercüme yapmaktadır.
Wollstonecraft, 1790’da otuz bir yaşında iken birden bire üne kavuşur. Bu öyle bir ündür ki, daha sonra hayatını birleştireceği William Godwin onun hakkında şöyle yazacaktır; “Belki de hiç bir kadın Avrupa’da bir yazar olarak onun kadar ünlü olamamıştı.”
Felsefeci ve politikacı Edmund Burke’ye karşı “İnsan Haklarının Korunması” başlıklı iddialı bir yazı yayınlar. Fransız Devrimi’ne karşı olan Burke’ye önemsiz bir kadının saldırısı olarak yorumlanan bu olay sonrasında Mary Wollstonecraft’a “Jüponlu sırtlan” lakabı takılır.
İki yıl sonra 1792’de, daha fazla ilgi çeken “Kadın Haklarının Savunması” adlı kitabı çıkar. Mary Wollstonecraft, 6 hafta içinde yazdığı bu kitabı Fransız devlet adamı Talleyrand’a ithaf eder. Çünkü Mary Wollstonecraft, düşüncelerinde Fransız Devrimi’nin görev ve amacına hizmet etmektedir. İnsan Hakları Bildirgesi bu kitap için de temeldir.
Mary Wollstonecraft, kitabında şöyle der: “Kadının erkek için yaratılmış olduğu egemen görüşü herhalde Musa’nın şiirsel anlatısından geliyor.”
“Çocuk özellikle de kız çocuğu bir an olsun kendi haline bırakılmıyor, sonra da bu bağımlılığa ‘kadın doğası’ deniliyor. (…) Bizim de erkek çocuklar gibi bedensel hareketler yapmamıza izin verilsin. (…) Bıraksınlar bu sayede bizim vücudumuz da tam olarak gelişsin. Böylece edineceğimiz tecrübeyle erkeğin doğal üstünlüğünün hangi ölçüler içinde kalmış olduğunu da görmüş oluruz.”
Mary Wollstonecraft, sık sık ne erkeklerin nefretini kazanmak ne de kadın-erkek ilişkisini bozmak niyetinde olduğunu vurgular. Kendi yaşantısında tanık olduğu türden cinsiyetler arası ilişkilere karşıdır. (Onaltı yaşındayken, onsekiz yaşındaki kız arkadaşı Fanny’e aşık olmuş ve onunla bir süre aynı evi paylaşmıştır.) Şimdi ise (32 yaşına geldiğinde) kadın erkeğin hayat arkadaşı olmalıdır görüşünü savunmaktadır: “Eğer eğitimle erkeğin hayat arkadaşı olmaya yönlendirilmezse, kadının bilgi ve ahlâk yönünden ilerlemesi geciktirilir. Gerçek herkesin gerçeği olmalıdır, yoksa kadının toplum üzerindeki etkisi zayıf kalır.”
“Kadın Haklarının Savunması” adlı kitabı çok geçmeden Fransızca ve Almanca’ya çevrilir. Talleyrand, eserini kendisine ithaf eden yazarı şahsen tanımak için İngiltere’ye gelir. Hararetli sohbetler yaparlar.
Fransız Devrimi sırasında İngiltere’de daha fazla kalamaz Mary Wollstonecraft, 1793’te Paris’e gider. Amerikalı kaptan Gilbert Imlay’den evlilik dışı bir çocuk sahibi olur. Evlilik dışı bir anne olarak Londra’ya geri döndüğünde bir ara tüm cesaretini kaybeder. Artık yaşamak istememektedir. Hayatta başladığı her şeyin başarısızlıkla sonuçlandığını düşünmektedir. Thames Irmağı’nda boğulmaktan son anda kurtarılır. Hayata yeniden başlamak zorundadır.
Yayıncısı aracılığıyla William Godwin adlı keşiş gibi yaşayan, yazan ve düşünen bir adamla tanışır. Hamile kalınca ikisi de evliliğe karşı olmalarına karşın doğacak çocuklarına bir meşruiyet kazandırmak amacıyla evlenirler. Otuz dokuz yaşında ikinci kızının doğumundan on gün sonra ölür.
Mary Wollstonecraft, 1700’lü yıllarda kadının toplumdaki yeriyle ilgili yargıları sarsan biri olarak tarihe geçti. Bakalım, Türkiye’de başörtüsü nedeniyle hayatları çalınan kızlardan tarihte nasıl söz edilecek?
[1] Dünyayı Değiştiren Kadınlar, Norgard Kohlhagen, Varlık Yay.