Zamane Öyküleri

Okul, can atmadığım bir belaydı ama bir sürü arkadaşım olacaktı. Evde tek başına oynamaktan sıkılmıştım artık. Yatağın altına saklanıyorum, bir düşman gelmiyor, beni vurmak isterken on ikiden beynini dağıtacağım. Tek kişilik savaş, cennetten düşmek gibi.

Yürüyüşüm bile değişti aniden. Tabancalar, el bombaları, fişekler, çata-patlar. Teçhizat çoktu ama düşman yoktu evimizde; ne yazık ki. Hayali düşmanlara sıkmanın heyecanı da kalmamıştı. Tek başına.

Babamın gözleri parlamıştı. Okula gideceğim günün akşamında. Okul çantasının kuşaklarını ayarlarken. Sırtıma geçirince bordo berelilere benzediğimi söylüyordu.

Tüfeğim de yoktu gerçi. Omzuma dayayıp ateş edebileceğim. Şubat tatiline kadar okumayı öğrenirsem alacağını söyledi babam. Şimdi konuşmalarımı sesle değil yazıyla da tanıyorum. Bak şu p sonra a ve t… Silahı sıkınca çıkan ses: pat. Bu babamın anneme kızınca masaya vurduğunda çıkan ses: Güm.

“Harfler sonra, şimdi bütünüyle cümleyi oku” diyor öğretmen: “Ali bu silah” “Bak bu da kurşun”. “Al sana düşman”. Pat ve güm. Daha bir can bile kaybetmeden belki elli düşman hakladım.

Dıkşın, dıkşın.

Çelik yeleğim nerde? Babam sınıfı geçince alacağını söylüyor. Şimdiden hecelere, harflere geçtim bile. Bir an önce o çelik yeleğe kavuşmam gerek. Yoksa dıkşın, dıkşın; ahhh ve güm. Bir can kaybedeceğim.

Okuldan dönüşte Ender, açtı konuyu.

“Polat, kimde buluşuyoruz?”

“Bizde tabii ki! Senin annen ‘oku’ diye başımızın etini yiyor!”

“Annem, silah tehlikeli, diyor. Okuyup adam olmazsak, cephelere sürerlermiş bizi”

“Düşman her yerde. Savaş bilmeyen, büyüyecek kadar uzun yaşayamaz ki! Düşmanları haklar onu’

“Ben polis olacağım zaten, bordo bereli”

“Onlar subay değil mi?”

“Savaşa gideyim de ne olursa olsun”

“Hem Polat, subay mı polis mi? İstediği kadar adam öldürüyor!”

***

Israrla o gün Ender evlerine çağırdı. Annesi oyunumuza karışmayacakmış. İki odayı bize ayırdı. Biz savaş oyunu oynarken annesi de torbalara bir şeyler dolduruyordu. Dört çocuk evin altını üstüne getirdik. Hayret, bişey demiyor. Hâlbuki bize her zaman ‘okuyun, adam olun’ der, başımızın etini yerdi. ‘Hizmet sizi bekliyor’, diye.

Savaşmaktan yorulduk. Ender’in annesi bize kekler hazırlamış. Eşrefpaşa gazozu da ikram etti. Salih babasından öğrenmiş. Gazozu açmadan önce salladı salladı, sonra elliye kadar sayıp açacağım; taşacak mı taşmayacak mı? diye sordu. Ben ‘taşmaz’ dedim, içindeki baloncuklar elli sayana kadar sönerdi. Ender’le Adil taşacak dediler, iddiaya tutuştuk.

Nefesimizi tutup bekledik. Bir iki üç… Kırk sekiz kırk dokuz elli. Poff diye gazoz açacağı kapağı sökünce fışkırdı gazoz. Masaya döküldü; örtüsüne, yine bişey demedi Ender’in annesi.

“Nesine girmiştik iddiaya’ diye sordu Ender. Salih “Tüh unuttum”, diye hayıflandı. Aslında bahis tutuşurken belli olmalıymış neyine oynadığımız.

İkramlardan sonra oyunumuza Ender’in annesi de girdi. Kuşları ürkütmekten, bebekleri uyandırmaktan korkan o sessiz kadın, neredeyse Lara Croft olmuştu. Saklanıyoruz, elindeki tüfeği ile bizi vurmaya gelirken, ateşimiz üzerine vurulup yerlere yuvarlanıyor. O kadar gurur duydum ki biz Lara Croft’u bile safdışı edebilen asker olmuştuk.

Gitmemize yakın Lara Croft esrarengiz bir hale büründü. “Çocuklar, dedi; asıl oyunumuz şimdi başlıyor!”

Torbaları, sırt çantalarımıza yerleştirdi. Benimkine, Salih ve Adil’in çantasına. ‘’Bunları evinize gidince, kimseye söylemeden yatağınızın altına koyacaksınız. Anne babanıza söylemeyin. Yarın geri getirirseniz açmadan, hepinize istediğiniz hediyeyi alırım”

Çelik yelek için sene sonunu beklemem gerekmeyecekti.

Salih bana baktı. Kafamı salladım. Adil hemen atıldı; “Ben kendime bile söylemem!”

Yalnız siz de açmayacak içine bakmayacaksınız. Yoksa büyüsü bozulur”, dedi.

Yemin de ettirdi bize. Birden kendimizi büyümüş hissettik. Bir esrara ortak olmuştuk.

Ağırlaşan sırt çantalarımızla evden çıktık.

Suç ortağı mı idik? Yoksa büyülü bir oyuna mı dâhil olmuştuk. Salih ‘’ben bakarım oğlum’’, dedi.

Adil, “Yemin ettik oğlum, çarpılırız sonra” diye korku ve heyecanla fısıldadı.

Bakmayacağımız kesindi. Siccin’in lanetine uğramak istemiyorduk.

Eve gidip yatağın altına sakladım çantamdaki torbayı. Üstünü de eski battaniyemle örttüm.

O gece uyku bir türlü gelmedi.

Neden sonra uyuyup kalmışım.

Ertesi gün okula gitmek için servise binerken sokağımızda bir hareketlilik vardı. Her yerde polisler, zırhlı araçlar, polis otoları.

Enderlerin evinde arama varmış. Örgüt mü neyse ondan…

Salih ve Adil’le göz göze geldim. Manidar bakıştık bir süre.

Okula yetişmeyi iple çekiyorduk.

Neredeyse gaza biz basacaktık, şoför yerine. Okula ulaşmalıydık, sakin bir köşe bulmak için.

Aramızda durum değerlendirmesi yapmalıydık.

Sırrımızı açığa vuramazdık. Suç ortağı olmuştuk biz de. Sır neyse de torbalar bize emanetti.

O çelik yeleği istiyordum her şeye rağmen. Sene sonunu bekleyemezdim.

Herhalde sözünü yemezdi Ender’in annesi.

%d blogcu bunu beğendi: