Onunla bir otobüs yolculuğunda tanıştık. Öylesine bir yolculuk değil. Uzun, tam tamına 10 gündüz 9 gece süren bir yolculuk. Yolculuk bu kadar uzun olunca, muhabbet de uzun oluyor haliyle. Önce birbirimizi tanımak için sorular sorduk karşılıklı. Okuduğumuz kitaplar, dinlediğimiz müzikler ve Türkiyeli olmanın, olmazsa olmazlarından biri olan siyasete, memleket meselelerine uzandı konu.
Onu size nasıl tanımlasam: 65 yaşlarında olmalıydı, tahminim tabii bu. Eşini kaybetmiş, ömrünün büyük bir bölümünü İstanbul’da geçirmiş/geçiren bir bayan.
Zaman zaman coşuyor, otobüs şoförümüzün kulağına eğilip, bu uzun süren yolculuğu ona da keyifli hale getirmek veya duygularını paylaşmak için olmalı, Cahit Sıtkı Tarancı’nın “Yaş otuzbeş, yolun yarısı…” şiirini okuyor, duygulu bir ses tonuyla. Biz de duygulanıyoruz haliyle. Bizim onun kadar yaşayabileceğimiz bile şüpheli. O, yaşadığı uzun yıllara bakarak okuyor şiiri:
Yaş otuzbeş! yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
Sonuna kadar, ezberinden okuyor şiiri, sükut içinde onu dinliyoruz.
Konu müziğe geldiğinde, Türk sanat musıkisinden günümüze uzanan geniş bir yelpazede müzik zevki olduğunu öğreniyorum. Günümüz “pop”ülerlerinden haberdar, iyi bir dinleyicisi onların. Müzik derseniz, “Serdar Ortaç” diyor. Serdar Ortaç’ın şarkıları çalmaya başladığı zaman otobüste “Senin ki çıktı!” diyorum. Pür dikkat dinliyor, “Tabi benimki!” diyor gülerek.
Seçimlere az bir zaman kalmış, her ne kadar kültür turuna çıkmış bir otobüs dolusu insanın içinde siyasetten bahsetmenin yanlış olduğunu söylesem de kendini tutamıyor, öfkeleniyor ülkenin içinde bulunduğu siyasi belirsizlik ortamından o da bıkmış… Konuşuyor, konuşuyoruz. Zaman zaman, diğer yolcular da bize katılıyor ve laf lafı açıyor. Ortalık hareketlenmeye ve sesler yükselmeye başlayınca mecburen konuyu kapatmak zorunda kalıyor. İyi de oluyor. Siyaset ve din eksenli tartışmalar değil mi zaten insanların arasını açan…
Yine ilerleyen günlerde, otobüste ikimiz tartışıyor, konuşuyoruz genelde. Bu tartışmalarımızın birinde beni şoke eden bir olay gerçekleşiyor. Tartışmanın biraz gerildiği bir ortamda. “Bir dakika!” diyor. “Bir dakika!”. Duraksıyorum, ne diyecek diye bekliyorum: “Mesnevi okudun mu hiç sen?” diyor. “Okumadıysan, konuşmayalım!”. İşte bu diyalog, gezimiz biteli bir kaç hafta olmasına rağmen kulaklarımda çınlıyor. Beni bu kadar etkileyen, derinden yaralayan bu diyalog üzerine düşünüyorum.
“Mesnevi okumadıysan, konuşmayalım!”