Tek taş bakıyor, heyecanlı.
Çıtı pıtı.
Kırmızı yanaklı.
Minik.
Mevzun ve endamlı.
Biblo gibi.
Bilekleri incecik.
Ayak bilekleri de.
Yel esse incinecek, yağmur yağsa eriyecek narinlikte.
Sonra düğününe gittik.
Bizim ki sağlam kızın beş katı var.
Başparmağı neredeyse kızın bileğine denk.
Kız tüy gibi, bizimkinde göbek kubbe.
Vay ayı dedi, Balcı, yazık lan!
Hem yazık, hem haksızlık.
Çıkışta Zahide’mden bir ikilik okudu:
“İyinin kaderi kötüye düşer/Diken arasında kalan gül gibi.”
Zoruma gitti.
Bilmiyordu bizimkinin kalbinin kızdan güzel olduğunu.
Sonra yürüdük.
Meşrutiyet’teki manavdan bir kilo mandalina aldık.
Soyduk yedik.
Soyduk yedik.
Kabuklarına mandalina poşetine koyduk.
Sakarya’daki bir çöp sepetine attık.
Bilinçaltımızda uçsuz bucaksız limon bahçelerinde dolaştık.
Ağzımızın tatlandığına bakmayın hayalimizin dişleri kamaştı.
Ankara’nın bütün çirkinlerine göz ettik.
Gel dedi, birer kilo da eve alalım bu mandalinadan.
Üşenmedik.
Aynı manava gittik.
Birer kilo aldık.
Ben kahvede arkadaşlara dağıttım.
Balcı kesin eve götürdü.