R. söyledi.
Komşularının bir kızı varmış.
Kırmızı giyermiş.
Saçları da kudretten kırmızı imiş.
Bizim tarihçi olsaydı kesin bunlar Kıpçak derdi.
Kışın camları kapanır, yazın açılırmış balkonun.
Sitenin balkonlarında kimi görse, her gün, bugün günlerden ne diye sorarmış.
Diyelim günlerden Pazartesi ve siz Pazartesi dediniz.
Bilemedin, Çarşamba dermiş.
Gün ne olursa olsun, sorduğu kişi hangi günü söylerse söylesin onun gözünde bütün günler Çarşamba imiş ve o bunu söylermiş.
Bir süre sonra alışırlar, yeni birisi taşınana kadar o kime sorarsa komşular da Çarşamba demeye başlamış.
Başka sorusu olmazmış kızın.
R.’ye de hemen her gün sorar, o da Çarşamba dermiş.
Çarşamba nasıl bir gün diye sormuş bir gün R.
Meğer ne Çarşambaymış bu Çarşamba.
Kırmızı saçlı kız saatlerce anlatmış Çarşambayı.
Masal kahramanı, beyaz atlı prens, rüya kahramanı, bahçe, balıklar, kuşlar, uçuk hikâyeler, lezzetli yemekler, tılsımlı defineler, kızın bilincinde ve bilinçaltında ne varsa hepsi Çarşambaya çıkmış, Çarşambaya bağlanmış.
Bir defa konuşturmamış hem.
Ona vakti oldukça, fırsat buldukça Çarşambayı anlattırmış.
Her defasında hayallerini, hayallerinin kahramanlarını, dilini tazeliyormuş kırmızı saçlı kız.
Bir gün gidelim dedim.
Gidelim dedi.
O bir günü bir türlü denk getiremedik.
Ben o kentten taşındım.
R. ile görüşmez oldum.
Kırmızı saçlı kızı unuttum.
Aradan yıllar geçti.
Bugün R. ile karşılaştık.
Aklıma geldi.
Bugün günlerden ne diye sordum, gayri ihtiyari.
Öldü dedi.
Balkondan düşmüş.
Sustuk.
Kısa bir süre sonra duyulur duyulmaz bir sesle ‘Çarşamba’ dedi.
Gülümsedi.
O gülümsemesinde o kadar çok şey vardı ki R.’yi tanıyamadım.
