Babası tanıdığı en öfkeli adammış.
Olur olmaz şeye parlarmış.
Parlayacak şey bulamazsa?
Olur mu?
Her şey, her hâl, her an onun parlaması için sebep.
Babasına çekmemiş.
Tanıdığım en sakin adam.
Gözlerinin içi gülüyor ayrıca.
Kendisini bebeklikten korumaya almış anlaşılan. Babasının her parlayışı ona sakinlik aşısı olmuş. Model baba değil. Anne de değil.
Bir nevi derviş sayılır.
Onu bir gün hayatımda görmediğim kadar öfkeli gördüm.
Dört kişi zor zapt ediyordu.
Sakinleşmesi saatler aldı.
Sonra kızardı, düştüğü durumdan utandı.
Bu da lazım, dedim.
Bak, renk geldi hayatına, af edersin yüzüne.
Sonra sakince anlattı.
Anlattığını anlatamam.
Kepazelik.
Alçaklık.
Yine iyi dayanmışsın dedim.
Masadan kalktı. Bir süre sonra tekrar geldi.
Abdest tazelediğini anladım.
Beraber Kocatepe’ye çıktık.
Benim aklımda arkadaşımı kızdıran olayın korkunçluğu.
O huşu içinde namazını kıldı.
Yürüdük, Sanat Kitabevi’ne gittik.
Ahmet Yüksel bize eliyle kahve yaptı.
Ayberk’in hatırını sorduk.
Kedileri sevdik.
Münir Derman’ın ‘Su’ kitabını aldık.
Çıktık.
Yürüdük.
Yolda durdu.
Bana bir şeyler oluyor dedi. Yüzü ter içinde kaldı.
Kötüleşti.
Ambulans çağırsam geç kalacaktım.
Taksiyi durdurdum.
Hastaneye zor yetiştik.
Bugün babasından, o muhteşem öfkelenişinden, beraber namaz kıldığımızdan, kitap aldığımızdan, onu hastaneye yetiştirmemden konuştuk. Yine sakindi, lakin derin bir keder sinmişti bakışlarına.
Kızı ölmüş.

%d blogcu bunu beğendi: