Türk resim tarihinde 1914 Kuşağı diye bilinen ressamlar içinde yer alır, Hüseyin Avni Lifij. Bu Kuşağın temsilcilerinden biri olarak resim tarihimizde çok önemli eserler bırakmıştır. 1914 Kuşağı’nda çok tanınmış ressamlar vardır. Sözgelimi İbrahim Çallı, Hikmet Onat, Nazmi Ziya Güran, Fehaman Duran, Namık İsmail… Bunlarla birlikte Osman Hamdi, Hoca Ali Rıza, Hüseyin Zekai Paşa, Şeker Ahmet Paşa gibi ressamlar da benzer dönemlerde kalıcı eserler üretmişlerdir.
Hüseyin Avni Lifij, 1886 yılında Samsun’un Ladik ilçesine bağlı Karaabdalsultan köyünde doğmuştur. Ailesi, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan kaçıp buraya yerleşmişlerdir. Savaş başlayınca aile çaresizlik içinde Kafkasya’nın Kuban Bölgesi’ni terk etmek zorunda kalmıştır.
Hüseyin Avni’nin soyadı olan Lifij sözcük olarak beyaz tenli anlamındadır. Bu ad, Çerkez soyunun bir kolu olarak bilinmektedir. Öğretmenlik yaptığı yıllarda aynı adı taşıyan Hüseyin Avni ile karıştırılmamak için Lifij soyadını almıştır.
İstanbul’da (Fatih) İlkokulda okurken çocuk yaşta bile resim sanatına karşı özel bir ilgisi vardır. Hocaları, onun bu sanata olan ilgisini teşvik ederler. Orta öğrenimini ise Şehzadebaşı’ndaki Numune-i Terakki Mektebi’nde tamamlar ama ağır bir hastalığa yakalandığından yaklaşık iki yıl kadar okula devam edemez. Ancak ailesi onun eğitimli biri olmasını istemektedir. Bu nedenle, önce Alyans İsraelit Okulu’nda ve daha sonra İskender Ferit Bey’den Fransızca dersleri aldırırlar. Yabancı dil öğrenmesiyle birlikte hem edebiyat alanında hem de resim sanatı alanında bilgisi sürekli artmıştır. Bir yandan da yaşam mücadelesine atılmıştır. Çalışma yaşamına başladığında henüz 16 yaşındadır. 1901-1904 yılları arasında Nafia Nezareti’ne (Bayındırlık Bakanlığı) bağlı Demiryolları Müdürlüğü’nde memur yardımcısı olarak işe başlamıştır. Burada mutludur ama gönlünde her zaman sanat vardır. Boş kaldığında her zaman resim yapıyordu. Henüz kendine özgü bir resim tekniği yoktu. İlk eserleri genellikle amatörce yapılmış resimlerdi. Ancak her gün daha ileriye taşıyordu sanatını. Yakınları onun resimlerini gördüğünde başarılı buluyordu ve övgüler yağdırıyordu.
Hüseyin Avni Lifij, yeterli sanat eğitimi almamasına rağmen bu konuda kendini geliştirmek için 1903 yılından itibaren anatomi dersleri almak ister. İnsan bedeninin görüntüsü, bedenin tüm ayrıntıları üzerine kendini geliştirmek ve bunu resim sanatıyla birleştirmeyi düşünmektedir. Bu nedenle, Mülkiye Tıbbiyesi’ndeki anatomi derslerine ve boya tekniği ile malzeme bilgisi öğrenmek amacıyla, Eczacı Mektebi’ndeki fizik ve kimya derslerine dinleyici olarak katılmaya başlar. Onun bu sanat ilgisi kısa sürede daha da gelişecektir. Yakınları ve hocaları bu durumu ilgiyle izlemektedir. Bu dönemde (yirmi yaşında) büyük bir cesaret ve özgüvenle yaptığı Kadehli-Pipolu Otoportresi sanat yaşamının bir dönüm noktası olmuştur. Bu resim o dönemde sanatseverlerin büyük bir ilgisini çekmiştir. Gencecik bir ressam adayının bu denli olağanüstü çalışması karşısında hayran olmuşlardır.
Yaşamında önemli kesişmelerden biri de 1906 yılında Fransız Mimar Henri Porst ile tanışmak olmuştur. Söz konusu Mimar Henri Prost bu genç adamın sanat heyecanından etkilenmiştir. Üstelik yaptığı resimler güzeldir ve etkileyicidir. Sonunda beklediği şans karşısındadır artık. Fransızca dersler aldığı İskender Ferit Bey’le Henri Prost onu cesaretlendirirler. Eserlerini, Osman Hamdi Bey’e göstermesini salık verirler.
Hüseyin Avni Lifij, Kadehli-Pipolu diye bilinen Otoportresini diğer eserleri arasından seçer ve Osman Hamdi Bey’e gösterir. Osman Hamdi Bey, eseri iyice inceler, sonunda ona yüreklendirici sözler söyler. Eserlerini her zaman kendisine göstermesini ister. Bu genç ressam adayında geleceğe yönelik büyük bir başarı kapasitesi olduğunu anlamıştır.
Hüseyin Avni Lifij’in tanınmasında büyük bir etkisi olan Kadehli-Pipolu resmi çok ünlüdür. Bu resimde sanatçıyı biraz bohem bir atmosfer içinde görürüz. Resimde bazı zıtlıklar vardır. Sözgelimi resmin teknik açıdan mükemmelliği kadar yarattığı duygusallık da çok çarpıcıdır. Her iki teknik iç içe geçmesine rağmen, bu iki unsur o kadar başarılı biçimde yansıtılmıştır ki biri diğerinin önüne geçmemektedir. Sanatçının ağzında tüttürdüğü piposu, sağ elinde ise içilmeyi bekleyen kırmızı şarap kadehi görülmektedir. Ayrıca yoksulluğun göstergesi olarak bir simge gibi altları delinmiş kirli ve eski çoraplarıyla tam bir karşıtlık oluşturur. Kuşkusuz bunda biraz da ironi vardır ama sanatçının özgüven duygusu öne çıkmaktadır. Resmin sağ altındaki bitmemişlik hiç sırıtmazken, tamamlanmış ya da tamamlanmayacak bir ömrün de ipucunu veriyor gibidir. Resmin sağ alt tarafının henüz tamamlanmadığı duygusu ise şöyle açıklanabilir: Henüz bitmeyen bir yaşamın gizli bir duygusunu yansıtmaktadır. Yani yaşanacak daha çok şey vardır… Bu eserde yansıtılan duyarlılık, sanatçının kendine özgü yarattığı melankoli ve romantizm vurgusu vardır. Ayrıca resmin kompozisyonundaki mükemmellik de önemlidir. Sanatçının özgün tekniği içinde yer alan poşadları da dikkat çekmektedir. Resimde serbest ve seri fırça darbeleri belirgindir.
Sanatçının bu resminde bir açık alan manzarası vardır. Cami’nin gölgesi ve ihtişamı resme ayrı bir güzellik katmıştır. Gölgesi ufka doğru düşen ağaçlar ile kızılımsı bir güneşin aydınlattığı gizemli bir görüntü söz konusudur. Resim genel anlamda melankoliyi çağrıştırmaktadır. Kızıl, pembe, sarı ve yeşil renklerin çeşitli tonları ile gizemli bir görüntü vardır. Ayrıca bir maneviyat duygusu da baskındır ve izleyen üzerinde bir etki yapmaktır. Resimde şiirsel bir ifade vardır. Lirik, içsel ve maneviyatın yoğun duygusu izleyen üzerinde ayrı bir etki yapmaktadır. İnsanın iç dünyasına ve maneviyatına yönelik bir resim olduğunu söyleyebiliriz.
Hüseyin Avni Lifij ve 1914 Kuşağı’nın ressamlarının hepsi Paris’te eğitim almışlardır. Paris’te Cormon’un atölyesinde resim eğitimine başlar. O dönemde özellikle Fransa’da izlenimcilik ekolü öndeydi ve birçok ressam tarafından takip ediliyordu. Fransa’da etkilendiği izlenimcilik ekolünden görece olarak ayrılır ve romantik-simgeci ressamlara yakınlık duyar. Sanatçının ileri döneminde izlenimciliğin etkileri görülse de daha çok kompozisyon yaratma yeteneği ile tanınmıştır. Bunu yaparken de izlenimcilik ile gelenekselliği uyumlu bir biçimde birleştirmiştir. Yani Doğu ve Batı resim sanat anlayışını görece bir anlayış ve teknikle resimlerinde kullanmaya başlamıştır. Bu tekniği sanatçının birçok resminde görürüz.
Hüseyin Avni lifij’in büyük boyutlarda yaptığı resimlerinde önceden bir kompozisyon olarak düşündüğü Biat Töreni, Huzur Dersleri, Kadir Gecesi Alayı gibi resimlerini sayabiliriz. Bu tür resimlerini döneme uygun bir anlayışla yapmıştır. Yine aynı türe yakın resimlerinde ise melankoliyi, romantizmi, düşleri, ruhaniyeti de incelikle resimlerinde konu etmiştir. İnsanın sadece görünen değil, ayrıca görünmeyene karşı da bir ilgisi ve yakınlığı olduğunu imler eserlerinde. Nesnelerin ve Doğanın içselliğinde doğrudan yansımayan ama onların özünde olanı yakalamak için sanatın önemli olduğunu söylemiştir.
Sanatçının peyzaj resimlerinde ise mor, turuncu, mavi ve sarı renkler hâkimdir. İstanbul’un ara sokaklarındaki cumbalı ahşap evleri, dar ya da geniş sokakları, cami kubbelerini ve mezarlıklardaki servileri konu edinmiştir. Birçok resminde pastel renklerle camiler, yerel görüntüler (Evler, sokaklar, kapılar, pencereler, mezarlıklar, kayıklar, gemiler…) yer alır. Sanatçı, resimlerinde ton ve ışığı ustalıkla yansıtmıştır. Fonda kalan bölgedeki ağaçlar, evler ve camilerin üzerinde ışık erimiş gibi görünür. Aynı resmin ön tarafındaki görüntülerde ise belirli bir koyu-açık renk skalası söz konusudur.
Lifij’in kendi kuşağı içinde desen ve yapı bilgisi en sağlam ressam diye bilinir. Çoğu zaman otoportrelerinde gergin, bazen hüzünlü ve dalgın, bazen de kaygılı bir görüntüsü vardır. 1914 Kuşağı’ndan hemen ayırt edilmesini sağlayan biraz da bu melankolik yapısıdır. Resimlerinde ışıkla ve renkle, doğanın yansıttıklarından ve özellikle izlenimcilerden farklı bir sanat anlayışı öne çıkmaktadır. Onun sanat anlayışına göre, doğada görünenlerin içinde gizli olan ve bunların sadece duygularla algılanacağına inanıyordu. İşte bu nedenle insanın içselliğini ve maneviyatını resimlerine konu edinmiştir. Bunda yaşadığı dönemin İstanbul’unun mimarisi, Osmanlı’nın kendine özgü yaşam biçimi en büyük etkendir diyebiliriz.
Hüseyin Avni Lifij için peyzaj çalışmaları, renk ve duyguyu verme açısından büyük önem taşır. Özellikle pastel renkleri duyguları ifade etmekte bir araç olarak kullanmıştır. Sanatçının bazı resimlerinde hüzünlü akşam peyzajları, güneşin romantizmi yansıtan batışı, dönemin evleri ve sokaklarıyla İstanbul görünümleri bize bir yerin tarihsel ve doğal güzelliğini yansıtmaktan birlikte duyguyu da yansıtmaktadır. Onun doğal olana ve geniş açılı manzaraya karşı büyük bir ilgisi vardır. Sadece bunlar da değildir kuşkusuz. Savaşın harap ettiği insanları, tarihimin önemli kahramanlarını da resimlerine konu edinir.
Hüseyin Avni Lifij’nin, Kurtuluş Savaşı’nın karanlık günlerine ışık tutacak resimleri vardır. Sözgelimi Karagün adlı tablosu, alegorik bir yorumla tarihi bir konuyu yansıtır. Bu resimde, Kurtuluş Savaşı sırasında düşman askerlerinin harabeye çevirdiği bir enkaz içinde, giysileri hoyratça parçalanmış ve tecavüze uğrayan bir kadın yatmaktadır. Yarı çıplak halde görülen ve cansız bedeni ile savaşın ve vahşetin tüm dramını yaşayan bir kadın vardır. Onun bu vahşice katledilmesini eski bir kilim üzerinde göstermiştir. Resimde sadece bunlar yoktur. Sanatçı, Anadolu kültüründen beslendiği bazı motifleri de kullanmıştır. Sözgelimi kadının hemen başucunda, Anadolu’da yaygın olarak kullanılan yerel elişiyle yapılmış bir beşik ve anneye doğru sırt aşağıya uzanmış ölü çocuk figürü de vardır. Çocuğunun cesedinin üzerinde yattığı beşiğin bir ayağına, kara renkli ve sivri gagalı, kanatlarını da görkemli bir biçimde iki yana açmış bir kartal çizilmiştir. Bu figürler çoklu bir anlatımın görüntüsüdür. Ressam, pastel renklerle yaptığı resmi görsel bir atmosfere dönüştürmüştür. Bunlar arasında savaşın acımasızlığı, bağımsızlık hareketi, vahşet, tecavüz, Anadolu’nun özgün desenleri, göklerin hâkimi bir kartal vardır. Resimde düşman askerlerinin yakıp yıktığı ve geriye neredeyse hiçbir şey kalmamış bir enkaz görüyoruz. Demek ki düşman öyle kinli, öyle acımasız davranmıştır ki arkasında sağlam hiçbir şey bırakmamıştır. Neredeyse yer gök yer değiştirmiş gibidir…
Hüseyin Avni Lifij, Anadolu geleneğinden kaynaklanan desenler, motifler, renkler ile Batı’nın izlenimcilik resim tekniğini kendine özgü bir yaratıcılıkla yansıtmıştır. Resmin yanı sıra edebiyata olan ilgisiyle de dikkati çeken bir sanatçı olmuştur. Yazdığı şiirler çok beğenilmiştir.
Manzara ağırlıklı resimlerinde, sadece görüntüyü yansıtmakla yetinmemiş, hayal gücü ve o manzaranın ona yaşattıklarını da eserlerine yansıtmıştır. Sanat tarihçilerine göre, Hüseyin Avni Lifij’in en önemli resimleri, şiir-resim bağlantısının yansıtıldığı İstanbul manzaralarıdır.
Lifij’in resimlerinde ölüm-yaşam dualitesi bağlamında anlamlar yüklenir ve simgesel bir dil kullanılır. Resimlerinde yer alan nesneler üzerinden yüklenen bu tür maneviyat duyguları belirgindir ve çarpıcı bir biçimde yansıtılır. Pastel renkleri resmin konusuna uygun olarak duyarlılıkla kullanmıştır. Ayrıca insan-doğa, gelenek-maneviyat, izlenimcilik ve romantizm ağırlıklı resimler de yapmıştır.
Hüseyin Avni Lifij, İstanbul’da 2 Haziran 1927’de ölmüştür.