Heykel sanatı toplumların sosyal/kültürel/ekonomik/dinsel koşulları ile kendini bütünleştirmiş, bu tür gelişmelerden etkilenmiş, sanatçının kişisel becerisi ve yaratıcılığı sayesinde hak ettiği saygıyı görmüştür. Heykelin kendine özgü formu, görkemi, üç boyutlu olması, izleyiciyle buluşması için bir boşluğa gereksinim duyması onun önemi artırmıştır. Kültürel ve ekonomik anlamda gelişmiş ülkelerde, heykel sanatı her zaman ilgi gören, beğenilen, -salt süsleme aracı/objesi olarak değil- onun tanımsallığında yer alan iletinin yarattığı etki kalıcı olmuştur.
Bu sanat dalının kökeni kadim döneme kadar gitmektedir. Mısır, Roma, Grek Uygarlıklarında heykel önemli bir sanatı yansıtıyordu. Bu sanat dalında mitoslar, masallar, yerel tanrılar ve inançlar da vardı. Böylelikle heykel sanatı aracılığıyla o toplumun/ülkenin sanata olan ilgisini ve ekonomik refahını gösteriyordu. Olabildiğince görkemli heykeller ülkelerinin dört bir köşesini süslüyordu ve hayranlıkla izleniyordu. Bunlardan bazılarını anımsayalım: İskenderiye Feneri, Zeus Tapınağı, Prima Porta’lı Augustus, Kassel Apollo, Athena Lemnia, Lovatelli Venüsü, İskender Lahdi, Caligula Heykeli, Michelangelo’nun yaptığı Musa Heykeli, Augste Rodin’in yaptığı Düşünen Adam ve Kibele Heykeli bunlardan bazılarıdır… Ülkemizde ise en tanınmış olan heykeller şunlardır:
Akdeniz/İlhan Koman, Barbaros/Hadi Bara-Zühtü Müridoğlu, Güvenpark Güven Anıtı/Holzmeister-Thorak-Hanak, Güzel İstanbul/Gürdal Duyar, Cumhuriyet 50. Yıl Anıtı, Açık Sütun/Ayşe Erkmen, Kuşlar/Kuzgun Acar, Kibele Çeşmesi/Mehmet Aksoy, Taksim Cumhuriyet Anıtı/Pietro Canonica, Maçka Demokrasi Parkı Mermer Heykeli/Rahmi Aksungur,Akdeniz Heykeli/İlhan Koman…
Günümüzde ise heykel üç boyutlu formu ve gösterimsel yapısı ile estetiksel bir kaygı içinde görünür. Sanatçının çeşitli malzemelerden (ahşap, mermer, demir, çelik, bronz, taş…) oluşan heykelleri, içerik ve biçim olarak yarattığı/yansıttığı tanımsallık önemlidir.
Heykeltıraşların yaşadıkları dönemle ilgili kaygıları, toplumun sanata olan duyarlılığı, ekonomik koşullar, sosyal ve dinsel gerekçeler sanatçıları bu anlamda derinden etkilemiştir. Sözgelimi, Rus heykeltıraş Ossip Zadkine, birçok ülke dolaşmış, çeşitli toplumlarla ilişki kurmuş, yaptığı zorunlu seyahatler nedeniyle heykel sanatında kendini geliştirmiştir. Onun heykelleri soyut heykel sanatının öncülerinden olup, her biri kendine özgü birer başyapıttır. O da tıpkı Henry Moore gibi savaşın vahşetinden etkilenmiş, geçici sorunlar yaşamıştır.
Ossip Zadkine, yaptığı heykellerde soyut anlamlı figürleri,kütlesel boşluk yaratarak, irili ufaklı delikler ile donatmıştır. İnsan bedenini çeşitli formlar yaratarak imgelerle donatmış, bedenin anatomik yapısını soyutlamayla yeni ifade biçimleri yaratmıştır. Heykellerin çoğunda delikler, boşluklar ile bedenin görkemi arasında sağlam ve tutarlı bir denge kurmuştur. Henry Moore gibi o da bedeni soyut/figüratif bir biçim ve formla iletinin özünü yansıtmıştır. Her iki heykeltıraş arasındaki benzerlik, bedenlerin boşluklar ve delikler ile kütlesel çekimlerinin azaltılması yönünde olduğunu söyleyebiliriz. Aynı zamanda bazı heykelleri biçim, form ve estetik benzerlikler taşımaktadır.
Ossip Zadkine, sanatının başlarında bedenin ritimsel yapısıyla, doğanın biçimleri arasında ilişki kurmaya çalışmıştır. İnsan bedenini bu denli (söz konusu dönemde) iyi kullanan, bedenin ritim ve fiziksel yapısını, soyut bir anlayışın temelinde yer aldığı farklı bir yaratıcılık kuramına yöneldiği çok sayıda heykeltıraş yoktur. Heykel sanatında beden ve doğa birlikteliğini, insanın coşku dolu dilini ve çevresel yaklaşımların ortak bilincini sanatsal bir bakış açısıyla yansıtmıştır. Heykel sanatına mistik, dinsel, şiirsel, mitolojik, estetik ağırlıklı sanat yaşamı boyunca farklı eserler üretmiştir. Sanatçı, Fransa ve İngiltere’de heykel eğitimi almış ve sergiler açmıştır. Heykel üzerine sürekli bir araştırmaya, bitmek tükenmek bilmeyen bir merakla çalışmaya, yenilikler yapmaya kendini adamıştır. 1920’de ressam Valentine Prax ile yaşamını birleştirir. İlk heykelini 1909’da Rusya’da yapmıştır. Kısa sürede adı duyulmuş, tanınır olmuştur. Her şey iyi giderken, bu kez İkinci Dünya Savaşı çıkar. Sanatçı bu dönemde, Amerika’da yaşantısını sürdürür. Burada heykel üzerine akademik dersler alır ve daha sonra bir öğrenci grubuna ders verir. Sanatçının 1950’li yıllarda heykel anlayışı tamamen değişir, Afrika kültürü ve sanatı üzerine eğilir, bu kaynaktan beslenmeye başlar. Afrika’nın kendine özgü kültürü, sosyal yapısı, gelenekleri ile tanıştığında, heykel sanatına etki edecek bazı değerlendirmeler yapar. Bu yenilik sanatçıyı daha da ileri bir aşamaya taşımıştır diyebiliriz. Sanatçının yelpazesi hayli geniştir, ilke olarak devrimcidir, yenilikçidir. Bu anlamda, malzeme çeşidini gelenek dışına taşır. Çok çeşitli malzemelerle heykel yapmayı sürdürür. 1890 yılında başlayan yaşamı, 1967’de son bulmuştur.
Ossip Zadkine, yaptığı heykellerinde bir dönem doğayı iyi yorumlamıştır. Birçok sanatçının aksine, heykellerinde doğayı taklit etmek gibi yapay bir düşüncesi yoktur. İnsan bedenini yeniden yaratmak, onun tüm ayrıntılarını sanki bir tıp cerrahı gibi yansıtmak derdinde değildir. Bedenin güzelliğinde sanatı nakil etmek yerine, bedenin coşkulu ve ritmik dilinde, imgelerin tanımsallığını anlatmaktır. Doğada elle tutulamaz olanı yakalamak, imgeleri bütünsel bir anlayışla toplamak ve yansıtmak gibi temel yaklaşımları vardır.
İmgesel değerleri, bazı kavramları, insanın doğasında var olan güdüleri ustalıkla bedensel ve geometrik düzlemde aktarmıştır. Bedeni bu anlamda deneysel bir anlayışla yorumlamış, onun tinsel yapısını bir yandan doğa ile örtüştürmüş, bazen de tinselliği imgesel değerlerle ifade etmiştir. Heykellerinin neredeyse tamamında optik bir bakış açısı yerine, çoğu kez soyutlamanın ayrıntısal ifadesini görürüz. Ossip Zadkine, bu yeni anlayışla ve birikimle heykellerinde varlıkları ayrıştırmak istemiştir. Bunun sonucunda, bedenin geometrik ve fiziksel yapısının yeni açılımlara yönelmesini sağlamıştır.
Ossip Zadkine, Birinci Dünya Savaşı’nda Fransız ordusunda cepheye katılmıştır. Sanatçı kişiliğiyle silah kullanmak, ateş etmek, hiç tanımadığı bir insanın ölümünü istemek ona göre değildir. Savaşta ölenler, yaralananlar, sakat kalanlar, dökülen gözyaşı ve dram onu yaşamı boyunca rahatsız etmiştir. Savaşta ölen bedenlerin görünümleri, yaralı askerlerin kopan uzuvları, yerlere saçılan kanlar, dökülen iri et parçaları… Tüm bunlar sanatçının heykel çalışmalarında örnek olmuştur. Henry Moore için de benzer şeyler söyleyebiliriz. H. Moore, savaş sırasında metroda korkuyla bekleyen insanların yüz ifadelerinden çok etkilenmiştir. Sokaklardaki yıkılan evleri, açlıktan ölen insanları gördükçe bunları heykellerine konu etmiştir. Ossip Zadkine de tıpkı Henry Moore gibi savaşın yıkımından fazlasıyla etkilenmiştir. İnsanların böylesine kanlı savaşlarla birbirlerine öldürmelerini hiç anlayamaz.
O. Zadkine, daha sonraki çalışmalarında kütlenin yerini boşlukların ve deliklerin almasıyla farklı bir anlayışa yönelmiştir. Heykellerinde kütlesel ağırlıkların en aza indirilmesi, buna karşılık eğriler-doğrular, çeşitli fiziksel deneyimler söz konusudur. Sanatçı bilinen fiziksel kuralları/kuramları dışında yeni bir anlayış getirmeye çalışmıştır. Doğa içinde bilinen tanımları, ustalıkla ters yüz eder, karşılıklı bir etkileşimle, içbükey-dışbükey ile yeni formlar yaratır. Bu karşılıklı eşitlenme, karşıtlanma, irili ufaklı boşluklar, geçişler, doluluk ile hafiflik arasındaki dengeli yaklaşım dikkat çekicidir. Birçok heykelinde, ilk bakışta tanımlamakta güçlük çekilen, irili ufaklı deneysel yaklaşımlar, doğanın kendine özgü yapısındaki eşitlenme, çözülme, bozulma, yeniden varolma gibi temel birikimlerin yansıtılmasıyla karşımıza çıkar. Sanatçı karşılıklı değiş tokuşları, boşluk ve doluluk oranlarını, geometrik ve fiziksel bir bütünsellik içinde ayrıştırmıştır. Onun heykellerinde, doğanın tüm fiziksel yapısı, insan bedeni ile karşılıklı bir etkileşim içindedir. Beden ve doğa ikilisi, bazen bir çatışkı halinde bazen de bir uyum içinde karşımıza çıkar. Ossip Zadkine, bu değiştirmelerde bedenin ritimsel dilini, kıvraklığını ve plastik sanatlara olan yakınlığını yitirmeden ele alır, inceler ve belirgin bir uyum temposu yaratır. Sözünü ettiğimiz bu uyum sürecinde, dinginlik ve atıllık yoktur. İşte sanatçıyı bu anlamda öne çıkaran, soyut heykel yapmış olmasına karşın, tüm eserlerinde coşkulu ve dinamik yansı(t)maların ana nedeni budur aslında.
Ossip Zadkine, birçok sanatçı gibi yaratıcılığını sonuna kadar kullanmıştır. Kişisel anlamda zihninde canlandırdığı imgeleri yalınlaştırmış, sadeleştirmiş ve onları heykele dönüştürmüştür. Bedenin ve maddenin/nesnenin coşkulu ritmini, şiirsel bir ifadeyle uzaktan duyulan klasik bir müzik dinlenmiş gibi yansıtması karşısında izleyici derinden etkilenir. Sanatçının sonsuz düşlem gücü, yaratıcılığı, onu evrensel temalı eserler yapmaya yöneltmiştir. Heykellerini süreç içerisinde olabildiğince sadeleştirmiş, ana temanın şiirsel dokusunu forma olanca görkemiyle yansıtmıştır. Henry Moore’un yaptığı gibi, “Henry Moore’un heykellerinde gözü yoran figürler, karmaşık katmanlar, çok fazla malzeme kullanımı görmezsiniz. Sanatçı olabildiğince yalın ve anlaşılır olmaya özen göstermiştir. Genel anlamda statik, hayli yoğun ve sakin diyebileceğimiz formlar üzerine çalışıyordu. Bunun sonucunda yaptığı çalışmalarda bu formları kullanarak, heykelde bir “güç” teması yaratıyordu. Özellikle “uzanmış kadın” heykellerinde, yalınlık öylesine bir derinlik içerir ki, o yalınlığın ve sadeliğin etkisinden kurtulmanız neredeyse olanaksızdır. Kadın heykellerinin birçoğu “Heterokomi (genetik anormallik) hastalığını çağrıştıran, iddialı gözler, farklı yüz ifadeleri ve kendini dış dünyadan soyutlayan heykeller olarak görürsünüz. Lebriz.com / Temmuz – 2015 / Tufan Erbarıştıran ”
Zihninde ustalıkla canlandırdığı tasarımlarını, objenin coşkulu gücünü bularak kendine katar, sanat yolunda bu anlayışla devam eder. Aynı zamanda tüm gerçekliği ve bunun içindeki şiirselliği kavrar, olabildiğince sadeleştirerek forma bütün coşkusunu yansıtır.
Bugün ülkemizde heykel sanatı adı altında tam bir karmaşa yaşanmaktadır. Sadece el becerisine dayalı tipik bir zanaat örneği olan çalışmalar/ürünler heykel sanatı olarak pazarlanmaktadır. Birkaç karış boyunda, renklendirilmiş, göze hoş gelmesi için sağına soluna çeşitli ilaveler yapılmış olanları heykel sanıyoruz. İnternet sitelerinde bu türden çok sayıda satış yapılmaktadır. İşin ironik tarafı ise bunları alanlar heykel aldım diye övünmektedir. Aynı şekilde bu tür ürünleri yaparlar da heykel yaptıklarını düşünmektedir. Ancak heykel sanatı belirli bir eğitim, ciddi bir emek, kuram ve pratik alanlarında kendini sürekli geliştirme, Batı ülkelerinde bu sanat dalıyla ilgili çalışmaları takip etme anlayışıyla yoğrulursa ortaya kalıcı eserler çıkabilir. Burada hiçbir önyargımız olmadan şunları da söyleyebiliriz: Heykel sanatı yansıttığı estetik bir değerle ve kapladığı alanla kattığı bir anlamla kendini göstermektedir. Heykele yaklaştığınızda onun ince bir el işçiliğini, sanatçının yaratıcılığını, heykelin form düzenini ve temayı algılamanız için kendinizi biraz zorlamanız gerekmektedir. Ayrıca bir heykelin sadece (resim gibi düşünelim…) ön tarafına bakılmaz. Bununla birlikte heykelin dört bir yanına bakıp bir inceleme yapabilirsiniz. Bu da heykel sanatının ne kadar ciddi bir sanat olduğunu imlemektedir.
Ossip Zadkine ve Henry Moore arasında, doğrudan bir sanatsal yakınlık yoktur. Ancak her iki sanatçı da heykellerinde soyut bir anlayışa yönelmiştir. Yine ikisinin de heykellerinde gözü yormayan, derin bir sadelik ve boşluk-doluluk karşıtlanması hâkimdir diyebiliriz. Aynı dönemde yaşamış olmaları, büyük savaşlar görmeleri, sanatçı kişilikleri, heykel yapma sevgisi onları belirli bir noktada buluşturmuştur. Her ikisi de kendi alanlarında, soyut heykelin gizemli yapısında yenilikler aramıştır. Roma ve Bizans dönemlerinde yapılan görkemli, anatomik ve mimari heykellerin/binaların yerini, imgelerin yer aldığı, boşlukların ve deliklerin donattığı yeni bir heykel anlayışı getirmişlerdir. Ossip Zadkine, büyük boy, görkemli, katı cisimler/maddeler, delikler, boşluklar, kütlenin hafifletilmesi gibi döneme göre hayli fantastik bir anlayışla çeşitli yorumlarda bulunmuştur. Heykellerinde ışık kullanımı son derece bilinçli bir biçimde kullanılmıştır. Heykel ışık ikilisini ayrıntısal anlamda tıpkı bir fizikçi, bir matematikçi gibi hesaplar, ışığın dağılımını buna göre düzenler. Heykel üzerinde ışığın dengeli dağılımı, anlam katan bir değer olarak görülür.
“Henry Moore kişisel bir sentez üretmekle birlikte şuna dikkat eder: Boşluk (ve delik) karşıtlığı olarak kütlenin azalmasını hedeflemiştir. Figürün bedensel hafifliği, onun yalın ve durgun konumu beraberinde çoklu bir anlatımın tüm değerlerini kapsar. Üst bir anlam yüklenmesiyle, izleyende zihinsel anlamda algısal bir depolama başlayacaktır. Kişi bu anlamda figüre yüklenen değeri, hangi açıdan yorumlayacağını bilirse, ayrıntıların dışına çıkması söz konusudur. Heykeldeki temanın ve anlatımın yaratacağı “dil” ile kendi kültür düzeyini örtüştürmesi halinde, karşısındaki heykelin yapım amacını anlayabilecektir. Lebriz.com / Ağustos – 2015 / Tufan Erbarıştıran”
Ossip Zadkine, bir ara ilgi duyduğu Kübizm akımının etkisinden çabuk kurtulmuştur. Bu akımın kuralları onun yaratıcılığıyla bağdaşmamıştır. Ossip Zadkine, heykel sanatında olabildiğinde devrimci, yenilikçi bir ruha sahiptir. Yaptığı heykellerde sadelik, göze hoş gelen yalınlık ve ana temanın duygularla kavranmasına yönelik çalışmaları her zaman ilgi görmüştür. Karmaşık tasarımlar yerine, izleyene imgesel bir anlatım sunmuştur.
Sanatçı 1953’de yaptığı bir heykelde tüm bunları tasvir eden bir anlayış söz konusudur. Şimdi bu heykeli inceleyelim.
Söz konusu heykel, İkinci Dünya Savaşı döneminde yaşanılan soykırım, işkence ve vahşet, yıkılan evler, öksüz kalan çocuklar, dul kalan kadınlar için yapılmıştır. Savaşın yıkıcılığı karşısında bir tür isyan, başkaldırı ve umut çağırmaya yönelik bir etkisi vardır. Ellerin göğe doğru yükselmesi, sanki ilahi bir atmosferi çağrıştırmaktadır. Heykelin gösterimsel yapısında iri eller, iri bacaklar, sert ve kalıplı bir beden vardır. Ayrıca heykelin fiziksel görünüşünde, savaşın çığlığı imgesel olarak yansıtılmıştır. Sözünü ettiğimiz heykelin kütlesel boşluğu, tipik bir Ossip Zadkine tasarımıdır. Heykeldeki bu derin boşluk, ona ayrı bir mistik atmosfer vermektedir. Heykelin hafifliği, yaşanılan savaşın izlerini yansıtmaktadır. O kocaman boşluk, içinde milyonlarca insanın öldüğü, kanların olduğu, acı çığlıkların, yardım istemelerin haykırışlarıyla doludur. Ellerin yukarıya doğru yükselmesi, Tanrı’dan yardım istemek kadar, bir tür isyan duygusunu da yansıtır. Neden bu kadar ölüm ve kan? Sanatçı bu anlamda, yaptığı heykele psikolojik ve felsefi bir yorum da katmıştır. Söz konusu heykelin görünümünde, tüm insanlığın ortak sesini, haykırışını duymaktayız. Tek bir heykel üzerinden, tüm insanlığa yönelik bu haklı çığlık ve yardım isteme duygusu dikkate alınmalıdır…
Henry Moore’un yaptığı bir başka heykel de benzer duyguları yansıtmaktadır. Sanatçının “Anne ve Çocuk” adlı heykelinde, iri beden kullanımı, baş ve ellerin gösterimi, yüzün kalıplı olması birbirine benzemektedir. H. Moore bu heykelde, anne ve çocuk birlikteliğini, aile duygusallığını yansıtmaya çalışmıştır. Her iki figürün birbirlerine olan yakınlığı, onların bir şeylerden korktuğu, kaçtığı izlenimini vermektedir.
İki sanatçı da heykellerini daha çok açık alanlarda kullanıma sunmuştur. Heykelin açık alanda, doğa-insan birlikteliğini yansıtması, kütlesel hafifliğin ve genel geçer değer yargılarının bedensel yapıda anlatılması söz konusudur.
Ossip Zadkine, heykel sanatını soyut bir anlayışla örtüştürmüş, imgeleri bu anlamda yumuşak bir temasla işlemiştir. Yaptığı heykellerde insanın tinselliğini, bedensel yapının ritmik hareketliliğinde ele almıştır. İnsanın sosyal, kültürel, ekonomik, dinsel, çevresel faktörlerden etkilendiğinde, bunun salınımları bedensel yapıda kendini göstermektedir. Açlık, zayıflık, aşırı kazanmak isteği, sapık yaklaşımlar, iyi niyetli çağrışımlar, öldürmek duygusu… Bunların hepsi birer imgesel değer anlamında, bedensel form olarak heykele dönüştürülmüştür.
Ossip Zadkine, toplumun nabzını iyi tutan, gelişmeleri yakından gözlemleyen, insanın zayıf ve güçlü yönlerini belirleyen özel bir yeteneğe sahiptir. Onun heykellerinde insan psikolojisi üst düzeyde kendini göstermektedir. Savaşın yıkıcılığı karşısında, hem sanatçı duyarlılığını hem de insanın yaşadığı dramın izleri buluruz. Ayrıca sanatın estetik değerlerini, çevresel faktörlerle içine düştüğü bunalımları, kendini korumak içgüdüsünü, tinsel zaaflarını ve bu konuda açmazlarını… Tüm bunları yaptığı heykellerde, tek bir ana tema içinde vermiştir. Ossip Zadkine, sıra dışı bir sanatçıdır.
Ossip Zadkine ve Henry Moore ikilisinin toplumsal kaygıları, savaş karşıtlığı, insanın tinsel ve fiziksel çelişkilerini yansıtmaları açısından her zaman ilgi görmüşlerdir.
tufan_1921@hotmail.com