Fotoğrafları var.
Yerinde duramayan hareketli bir çocuktu.
O zaman da gözlüklüydü. Gözleriyle beraber gözlükleri de oynardı.
Konuşurken kelimeler de yerinde duramazdı.
Üç yıllık sınıf ve koğuş arkadaşlığımızdan sonra o İzmir’e gitti. Ben önce İstanbul, sonra Ankara’ya…
Her bayram, her kandil arar, heyecanından taviz vermeyen sesiyle tebriklerini bildirir, saygılı bir paranteze çekilirdi.
Okulda karıştırırlardı ilk zamanlar.
O Avcı ben Aycı, ilk isimlerimiz aynı.
Gelen mektuplar da karışırdı bazen.
Telefonlar da.
İyi masa tenisi oynardı.
İçindeki çatışmanın yoğunluğuna denk düşer gibi topun hareketi.
İzmir’de psikoloji okudu.
Liman’da şef oldu.
Adanalı Ali Köse’nin fotoğraflarında gözlükten ibaret bir yüz.
Dün İsmet’i aramış.
Kardeş ölüyorum demiş.
Çocuklar sana emanet gibi bir şeyler söylemiş.
Beş dakika sonra Liman İşletme Binası’nın son katından kendisini sonsuzluğa bırakmış.
Biliyor muydu Isparta’da bir gülün kendi dalını kırdığını aynı anda, aynı sessiz çığlıkla.
Kalbinizin de avucu kanar kardeşlerim.
Sonra kan durur.
Sonra yara kapanır.
Sonra kabuk bağlar.
Sonra başka bir yerinden, serçe parmağınızdan yeniden başka bir intiharla bir yara açılır.
Bunların fotoğrafı yok işte…