Babasının üzerine toprak atarken Allah’ım gözlerinden üzüm tanesi gibi dökülüyor, sessiz, kendisini tutuyor, içinde dağları yankılandıracak gürül gürül, çığlık çığlığa bir ağlama isteğinin üstüne de toprak atıyor, boynu ve ince parmakları ne kadar kederli…
Bütün çalımını alıyor aniden bastıran babasızlık.
Bütün efeliğini, yaramazlığını, dik başlılığını…
Daha dokuz yaşında.
Mezarın başında çığlık çığlığa ağlayan annesinin yanaklarını okşuyor, sarılıyor sonra, gözlerinin içine bakıp, ben varım, ağlama der gibi teselli etmeye çalışıyor da, kendisi de sessiz dökülmeye devam ediyor.
Üç beş akraba ve yakın dışında, definden sonra herkes dağılıyor.
Ayaklarını tonlarca ağırlığın geri çekmesini anlamlandırmaya çalışarak çıkıyorlar park yerine doğru.
Yanında annesi olmasa, öyle koşacak, öyle koşacak ki, dünyayı turlayarak dolaşacakmış gibi bir yaralı at da içinde tepinip duruyor, yanan yerlerine basıyor.
Şimdi babasını anlattığı arkadaşlarına ne diyecek…
Oyunda oyunbozanlığı nasıl yapacak.
Sınıfa nasıl girecek.
Baban mı öldü lan diye dalga mı geçecek okulun diğer yaramazları.
Aktuğ diyorum, buyur Aycı amca…
Başka bir şey diyemiyorum.
Babası arkadaşımdı çünkü.