Bu taşların bende ilk günah çağrışımları var.
Çocuklukta avladığım küçük kuşları hatırlayıp ne kadar acımasızmışım diyorum kendime.
Türkiye’nin her deresinden, her çayından toplamış taşları.
Numaralandırmış.
Bilye gibi çoğu. Olmayanları da bilyemsi.
Her ilginin bir hikâyesi var kuşkusuz.
Sormadım.
Ülkemin ırmaklarını, derelerini, çaylarını taş toplamak için gezmesi, bunları Ankara’da evinde aksesuar olarak kullanması başlı başına hikâye çünkü.
Bazılarını boyamış.
Bazılarına kaş göz çizmiş.
Kediye, tavşana benzetmiş bazılarını.
Bu da ayrı bir…
Sormuşum gibi, anlatmaya başladı.
Ta çocukluğundan.
Vaktim yoktu.
Kahvemi bitirdim ve izin istedim.
Çıkarken kadife kesede bir çay taşı.
Sizin oradan dedi.
Göksu’ya dökülüyor ya sizin dere.
O zaman dedim gayri ihtiyari, bizim evi de görmüşsün.
Derenin kenarında.
Ben o zaman çocukmuşum.
Tam da kuş avlama zamanı. Binlerce kuş çırpındı içimde.
Asansöre attım kendimi.
Geçen kitaplığımı düzeltirken buldum o çay taşını.
Aklıma geldi.
Yazdım.
