O kadar dikkatli bakmışım ki, ne düşünüyorsun, daldın, dedi.
Hiç, dedim.
Hiç değil, dedi.
Önemsiz, dedim.
Önemsiz diye bir şey yok dedi.
Saçlarının bir kısmının rengi kaçırdığım kekliğin boynuna benziyordu.
Kuaförün iyiymiş dedim.
Ha, evet, dedi. Bunu mu düşündün.
Anlattım.
Kekliği ben kaçırdım.
Ahşap kafesindeydi.
Çok güzel öterdi.
Ötüşü çok kekliğin canına mal olmuştu.
Küçüktüm o zaman.
Sevmek istedim.
Kafesin kapağını açtım.
Elimle yakalayayım dedim, beni ciddiye almadı, elimden kolay kurtuldu.
Yürüdü.
Kanatlarını çırptı.
Ayaklarına baktı, bana baktı, kanatlarına paktı, aşağıdaki yarı kayalık meşeliğe baktı.
Kafese göz ucuyla baktı.
Uçtu gitti.
Gelir diye, havalandığı yere ağzı açık bıraktım.
Gelmedi tabii…
Cezalandırıldım.
Unuttum.
Ne zaman boynunun rengine benzer bir renk görsem bu olay gözümün önüne gelir.
Hiç değilmiş, dedi.
Tabii ki değil.

%d blogcu bunu beğendi: