İncek Tek Sitesi’nin camisinde cuma namazındayız. Sitenin inşa halindeki yapılarında yatıp kalkan Hayalet geliyor. Geçen yaz buraya dadanmıştı. Bazı üyeler ısrarla adamın buradan uzaklaştırılmasını istedi ama olmadı. Yönetim uğraştıkça işler sarpa sardı. Önce karakola, sonra jandarmaya, ardından ilçe savcılığına şikâyet edildi. Tuhaf bir şekilde adam buraya yapıştı. Şikâyet edenlerin başına türlü işler geldi. Kimisi kaza yaptı. Kimisi düştü ayağını kırdı. Yönetim binasında yangın çıktı. Derken vazgeçildi. Birkaç üye peşini bırakmadı. “Üstelik bir de bu saçmalıklara inanıyorsunuz!” diyerek daha çok sinirlendiler. Tanıdık gazetecilere bu “gerici” tutumu ihbar edenler bile oldu. Haberler yapıldı. Sonuç yok. Adam gecenin bir vakti, sokakta ansızın karşınıza çıkıyor, “Amanın bir geliyor, amanın bir geliyor,” diye bağırıp gidiyordu. Bazen bahçede kamelyada otururken birden beliriyor, yarı karanlıkta hayalet gibi durup, “Amanın bir geliyor, amanın bir geliyor,” diye fısıldıyordu. Bu yüzden adı Hayalet’e çıktı.
Onu istemeyenler de, “Lanet olsun, karışmayın”a geldi, herkes çaresiz kabullendi.
Artık sitenin bitmemiş inşaatlarının tümü onun eviydi.
Bir gece birinde, başka bir gece diğerinde kalıyordu.
İlk göründüğündeki giysileri değişmemişti.
Ayak bileklerine değin uzayan bir pardösü, paçalarına kirli yün çorabını çektiği çizgili pijama, başında deniz subaylarına ait bir şapka, içi boş izlenimi veren sırt çantası, elinde eğri büğrü bir değnek…
Her cuma mutlaka camiye geliyor, avluda kendi kendine söylenerek dolaşıyor, namazı avludaki banka oturarak kılıyordu. Banka oturduğunda kıble tam aksi yönde kalıyordu. Bir defasında, cemaatten birileri, bankı kıbleye doğru çevirmiş, “Nereye dönerseniz orada!” diyerek bu kez banka ters oturmuştu.
Artık herkes, “Bulaşmayın bu mikroba!” havasındaydı.
O ise kendi havasında.
Asla para almaz, uzatıldığında eliyle iter,
“Bana yaramaz,” derdi.
Her yiyeceği de kabul etmez, bazısını yine eliyle iter,
“Haram yeme haram!” diye bağırırdı.
O hafta Şah Ali Sultan’la erkenden camiye gittik.
Girişteki naylon hasırlardan birine oturduk.
Hoca vaaz ediyordu.
Ali’ye namazdan sonra, “Hoca ne anlattı?” diye sordum. “Annenize of demeyin dedi,” dedi.
Ezan okunduğunda bağırtısı duyuldu: “Amanın bir geliyor, amanın bir geliyor!”
Dönüp baktım, banktaydı.
Hutbeden sonra hoca uzun uzun dua etti. Elimizi kaldırmış, her cümleden sonra “âmin” diyorduk. Bitince Hayalet’in bağırtısı duyuldu.
“Bu âmin ne oluyor şimdi?”
Yanındakiler, “Şşşt, sus!” diye uyardılar.
Daha yüksek bir sesle, “Âmin diyorum âmin, bu âmin ne demek oluyor?” dedi.
Birisi, “Gözüm bak, hocamız Allah’tan ne istiyorsa biz de öyle olsun, öyle olsun diyoruz. Âmin bu,” dedi.
“Yav hocanın dediği olur mu? Senin benim istediğim olur mu? Hocanın isteği olmayacağına göre ne uğraşıp duruyorsunuz? Hak ne isterse öyle olur. Size n’oluyor ki!”
Başka birisi, susturmak için, “Tamam tamam, bak tekbir getirdi hoca, hadi namazını kıl,” dedi.
Herkes namaza durdu.
O hâlâ söyleniyordu:
“Nereden getirdi, ne getirdi?!”