Eğitim Bakanlığında genel müdür yardımcısı olan Nurettin Bey, karısı ve iki çocuğuyla, kardeşinin nikâhı için Konya’ya gitmişti.
Sabah, dünürü,
“sizi Mevlânâ’ya götüreyim” dedi.
Çocuklar, eve dönmek, sınırsız internet ortamına kavuşmak için sabırsızlanıyordu.
Karısı,
“bi dahaki gelişte mi ziyaret etsen, çocuklar…” diyecek oldu,
“hayır hayır” diye diretti, “gelmişken Hazret’i ziyaret edelim. Dönüşte yola çıkarız, hazır olsunlar.”
Türbeyi ziyaret ettiler, Selimiye camiinde kuşluk namazı kıldılar, Yusuf Ağa kitaplığının önünden geçerken, yere oturmuş, sırtını kütüphane duvarına yaslamış, saçı sakalı dağınık, üstü başı perişan, ter ve sidik kokan bir adam gördüler. Nurettin beyin gözlerinin içine bakarak bir şeyler söyledi. Anlamadı. Eğildi, genzine gül kokusu doldu. Şaşırdı.
“Beş lira ver” dedi.
Nurettin Bey davrandı, cüzdanından yüz lira çıkarıp uzattı.
“Beş lira dedim!”
Tekrar cüzdana baktı, on liradan küçük para yoktu.
Uzattı.
“Eh, bu da bi dahaki sefer için” deyip aldı.
Nurettin Bey, saygılı bir edayla durup bakıyordu.
“Senin paran alınır” dedi.
“Eyvallah.”
Kaşları çatıldı,
“Bugün sakın ola yola çıkmayasınız” dedi.
Nurettin Bey şaşırdı.
“Niye?”
“Öyle, sen beni dinle, sakın yola çıkma!”
Dünürü arkada bekliyordu. Gürültüden konuşulanları anlamıyordu.
Karısı yaklaştı,
“gidelim mi?”
“Dur biraz. Bugün gitmeyin diyor.”
“Nee!”
Dünürü meraklandı iyice,
“noldu?”
“Bugün sakın yola çıkmayın diyor.”
“Niye ki!”
“Bilmiyorum.”
“Amaan üstadım, bir meczubun sözüne mi bakacaksın, hadi gecikmeyelim.”
Karısıyla göz göze geldi, o da dünürü gibi düşünüyordu.
Adam,
“şimdi gidin evinize. Kıymalı böreğinizi afiyetle yiyin, çayınızı için, bugün dinlenin, yarın sabah yola çıkarsınız.”
Nurettin Bey kararını vermişti.
Adama,
“tamam efendim” dedi, niyaz edip ayrıldı.
Dünürü söylendi :
“Bunlar böyle efendim, kendilerine gizemli bir hava da veriyorlar ya, dertleri para…”
Eve döndüler.
Dünürün karısı,
“hadi buyurun kahvaltıya, kıymalı börek yapmıştım, soğumasın” dedi.
Nurettin Bey karısıyla yine göz göze geldi.
“Yoksa gitmesek mi?”
“Yarın sabah gideceğiz. Bugün dünürlerden ayrılalım, bir otelde kalırız.”
Sabah yola çıktılar. Pozantı gişelerinden yeni geçmişlerdi, Nurettin beyin telefonu çaldı. Ablası arıyordu. Deprem olmuş, evleri yıkılmış, kocası, küçük oğlu enkazın altında kalmıştı. Kadın ağlıyor, dedikleri tam anlaşılamıyordu.
“Bizim ev?”
“Ağbi ev mev kalmadı, sizinki de yerle bir oldu, burası kızıl kıyamet!”