Teknolojinin gelişmesiyle birlikte, okumanın yerini izlemenin aldığı ifade edilerek ve video çağında olduğumuz vurgusu yapılıyor. Bunu gündeme getirenler haksız da değiller. Çünkü günümüzde özellikle gençler, okumaktan daha çok izlemeyi tercih ediyor. Çünkü izlemek, seyretmek okumaktan daha kolay geliyor.
Hâl böyle olunca, ‘yazmayı bırakıp video çekmeye mi odaklanmalı’ düşüncesi akla geliyor. Ancak burada gözden kaçırılan bir şey var. Video içerik üretecek de olsanız, bu işin de ilk şartlarından biri yine yazmak. Çünkü bir video çekmeden önce ön hazırlık yapmak ve yine yazmak gerekiyor. İyi metin yazamıyorsanız, çekim öncesi iyi bir planlama yapamıyorsanız, ortaya çıkan iş tatmin edici olmayacaktır.
Televizyonculuk sektöründe, ‘en ucuz içerik, canlı yayındır’ denir. Şöyle ki, stüdyoya bir sunucu olursa 3-5 konuk da çağırdın mı, 24 saatlik yayın akışının en az iki saatini doldurdun demektir. Konukları bir araç gönderip adreslerinden almak, yayından önce yemek, reklâm aralarında çay-kahve ısmarlamak dışında size fazla masraf çıkmayacaktır.
Oysa o iki saati, senaryo, çekim, kurgu, montaj ve seslendirme gibi safhalardan geçerek hazırlanan, iyi bir ekip çalışması gerektiren eli-yüzü düzgün programlarla, belgesellerle, filmlerle doldurmak ciddi bir maliyet gerektirir.
Hangi işi yapıyor olursanız olun, iyi bir iş üretmenin ilk aşaması yazmaktır. O nedenle, ‘video çağındayız’ söylemini yanlış yorumlayarak yazmaktan uzaklaşanlar büyük hata yapar. Yazmaktan bahsedince okumaktan söz etmemek de olmaz. Yazmanın ön şartlarından biri, belki de en önemlisi okumaktır. İyi bir okur olmadan iyi bir yazar olunamaz denir. Hangi alanda yazıyorsak o alanda okumalar yapmamız gerekir. Okumalarımız yazdığımızdan çok daha fazla olmalıdır.
Bugün okumanın önündeki en büyük engel, sosyal medya bağımlılığıdır. Sosyal medyada mesaj, fotoğraf ve videolu iletişim yapmak neredeyse vaktimizin büyük zamanını alıyor. Bu işin sadece kişisel iletişim kısmı. Haber alma açısından bakarsak, habere erişme alışkanlığı da sosyal medya ile değişime uğradı. Artık sadece sosyal medyada zaman akışımıza düşenleri okuyor/izliyor/dinliyoruz ve kanaatlerimizi artık geleneksel medya değil zaman akışımız belirliyor.
Okumamaya bahane olarak zaman bulamamayı gösteriyoruz. Ama sosyal medyaya her gün harcadığımız zamanı düşününce, aslında zaman açısından bir sorunumuz olmadığı gerçeğiyle yüzleşiyoruz. Gözden kaçırdığımız şey, teknolojinin hayatımıza girmesiyle alışkanlıklarımızın değiştiğidir. Telefonumuzda saatlerce film izlemeye zaman bulabilirken, kitap okumaya zaman bulamadığımız bahanesine sığınıyoruz.
Okumaktan kaçış için üretilen bir başka bahane de izlemenin okumaktan daha verimli olduğu şeklinde. Örneğin, “50 dakika kitap okuyacağıma, aynı sürede film izlerim daha fazla bilgi sahibi olurum” denilebiliyor. Oysa kitap okumakla izlemenin aynı şey olmadığı gözden kaçırılıyor. Okuma eylemi sırasında mekân ve karakterleri zihnimizde canlandırarak, farklı, hayal gücümüzü geliştiren ve daha yararlı bir aktivite içinde olduğumuz gözden kaçırılıyor.
Bu tespit, sadece okuyalım, dizi ya da film izlemeyelim anlamına gelmiyor. Yapılması gereken, günlük programımızda okumaya da, izlemeye de zaman ayırmak. Biri diğerinin yerini tutacak aktiviteler değil kesinlikle. Sonuç olarak, videonun, sosyal medyanın büyüsüne kapılıp okuma ve yazmadan uzaklaşmak gibi bir hata yapmayalım.