Bastonunun ucuyla dünyaya bağlı yaşlı adam, yalnızlık sinmiş bir parka yaklaştı. Etrafta sağa sola savrulan kurumuş yapraklar,ayaklarının altında ezilince sebepsiz içi sızladı. Bir ömrün çilelerinden eğilen beli onu yürürken gökyüzünün maviliğinden mahrum bırakmış, yere bakmaya mahkum etmişti. Bir hapishane kaçkını gibi yaşadığı günler sürekli peşinden geliyor ve dünyaya olan bağlarını yavaş yavaş koparıyordu. Her adımı ardından sanki geride kalan her şey karanlık bir uçuruma yuvarlanıyordu. Hele içinde süren hesaplaşmalar hiç durulmuyor, bazen sokak ortasında durmasına , bazen bakışlarının bir noktaya çakılmasına sebep oluyordu.

Sonbahar kokulu bir ağacın gölgesinin düştüğü bir banka oturdu, bir sigara yaktı. İki eliyle bastonuna dayalı olarak kendisiyle dertleşmeye başladı. Çevresinde süren hayattan arada bir ayrılıyor, kendine geldiğinde içinden çıkamadığı karmaşa karsında sadece başını hafifçe istemsiz olarak sallıyordu. Bir ara akdeniz gözleri gökyüzüne daldı. Öyle ki elindeki sigara eridi eridi, elinden düştü fark edemedi. O an küçüldü, küçüldü. Baba oldu, çocuk oldu, çocuğa göklerden mutluluk getiren uçurtma oldu. Yaşadığı mutluluklar bulutlar eşliğinde geçti birer birer. Ardından kara bulutlar ve hatalar ve günahlar ve utanç sahneleri ve toprağın altına girmeyi dilediği anlar. Pul pul terler çilelerin derinleştirdiği alnındaki kırışıklara doldu.

Neden sonra geldi. Üstüne üstüne gelen sorular onu üşütmüştü. Yapraklar rüzgarın eşliğinde bir şeyler söylüyordu. İşte bir yaprak daha cellat dakikalar pençesinde son çırpınışlarını bıraktı boşluğa. Yaprak çilelerin vitrini yaşlı adamın beyaz saçlarına düştü. Sebepsiz ve olağan her tabii silkiniş ona bir şeyler söylüyordu. Yaşlının gözleri dolmuştu ki yağmur daha önce davrandı. O’ da sıradışı şeyler söylemeye, göklerin son sözlerini iletmeye gelmişti. Adamın nabzı bir süre kafiye gibi yağan yağmur damlalarında gezindi. Adam bir mahkeme sonrası yorgunluğu ile sanık sandalyesi banktan kalktı. Saçlarına konan yaprak, toprak anasına kavuştu. Yaprağın üzerine bir damla gözyaşı düştü, bir damla da yağmur.

Yaşlı adam tepeden, gökkuşağının altından, güneş batmadan bir ömür aştı. Yedi iklimden yedi renk anıları geçti. Billur sulara düşmüş baygın güneş ışınları birer birer söndü. Yaşlı o gece karanlığı son kez yorgan yaptı üzerine. Seher vakti henüz güneş doğmamıştı ki bir minareden yaşlı adamın bastonunun yalnız kaldığı haberi duyuldu. Yaşlının hayat filminin figüranları omuzlarında tabuta hapsolmuş bir ömrü taşırken hiç birinin dizleri depremlenmedi. Tabutun o kısa saltanatıda çoğu kez omuzlarda geçerken o da yokluk yangınında bir gün yanacaktı. Ateşi su boğacak, su buharlaşacak,her şey bir gün uçup gidecekti buralardan.

Tabut bir ağacın altından geçerken üzerine kurumuş bir yaprak düştü. Sonsuzluk kazındı toprağa. Yaprak ve yaşlı adam toprağın bağrında ebedi komşu oldular.