Tenha isimli ilk kitabınız Onto tarafından basıldı? Neler hissettiniz?
Şimdiye kadar kitabım olsun diye bir hayal kurmamıştım. Yazdıklarımın derlenip toplanıp iki kapak arasına gireceğini düşünmüyordum. Yazarken de böyle bir düşünceden uzaktım. Kitap nihayetinde okunan bir şeydi benim için, yazılan bir şey değildi. Bu aynı zamanda zihinsel bir konfor da oluşturmuyor değildi. Nihayetinde yazdığım öyküleri, beğenilerine sunduğum birkaç dostum ve öykünün yer aldığı dergilerin okuyucularının haricinde kimse okumayacaktı. Şimdi ise tanıtımı yapılan, raflara giren ve “bu iyidir, bunu okuyun” denilen bir kitap var ortada. Bu ister istemez beni tedirgin ediyor. İnsanların benim kitabımı okumaktan daha önemli işi yok mudur, diye düşünüyorum. Açıkçası bir yayıncı çıkıp da öykülerimi kitap haline getirmeye talip olmasaydı bu işe hiç kalkışmazdım herhalde.
Ne zamandan beridir yazıyorsunuz? Bize yazma serüveninizden bahseder misiniz biraz?
Yazı ile olan münasebetim aslında biraz bir bebeğin konuşmaya çalışmasına benziyor. Lise çağlarında, yazıyla ilk meşgul olduğum zamanlarda açıkçası ne dediğim anlaşılmıyordu. Bu çocuğun bir derdi var ama nedir, gibi bir şeydi. Çaresizce bir takım sesler çıkarıyordum. Zaman zaman dönüp o dönemlerde yazdıklarımı okuduğumda yazılandan çok onları yazarken ne hissettiğim beni ilgilendiriyor. Aslında tam da bunu yapmaya çalışıyordum. Bir hal tercümesi olarak yazıyı kullanmaya çalışıyordum. Bu bugün de geçerliliğini koruyan bir şeydir. Yazdıklarımın kelimesi kelimesine anlaşılması gibi bir derdim yok. Okuyana bir hissi aktarabiliyor muyum? Okuyucunun kulağında bir melodi, dilinde bir tat oluşturabiliyor muyum? Yazarın kaleminden çıkanı okuyucunun tam olarak anlaması mümkün değil. Bu karşılıklı konuşan iki insan için de geçerli. Hal başka bir şey. Tasviri olmaz. Ancak karşınızdakinin sizin halinizi duymasıyla mümkün olabilir. Yazarken yapmaya çalıştığım şey hep buydu. Hala budur. Çünkü insan olduğu gibi eyler. Bir kelimenin ardına bir kelime, bir cümlenin ardına bir cümle eklerken o an olmakta olanı duyarak yazmaya çalışıyorum. Bu anlamda aslında biraz müzik gibi bir şey benim için. Hatta yazardan ziyade bir bestekar olmayı dilerdim. Usta bir bestekardan daha mesut bir sanatkar olmaz herhalde. En azından konuştuğu dilin imkanları bakımından… Ha, anlayan olur mu, bilmem.
Eş, dost, akraba haberdar mıydı bir yazar olduğunuzdan? Yakın çevreniz yazdığınızı ilk öğrendiklerinde nasıl tepkiler verdiler?
Yakın dostlarım biliyordu. Yazı hayatımda beni cesaretlenen, yönlendiren, rehberlik ve yoldaşlık eden dostlarımdı. Onların eleştirileri hep önemli oldu. “Şurayı komple at” dedikleri bile oldu ve genelde dediklerini yapmaya gayret ettim. İtiraz da ettiğim olur. Hasılı bu yolu hep onlarla yürüdüm. Aileme gelince, ilk yazdığım şeyleri okuyup da bir şey anlamayınca sanırım vazgeçtiler okumaktan. Pek okumazlar benim yazdıklarımı. Kitabımın çıkması da çok büyük bir yankı oluşturmadı. Dostlarım ise büyük bir memnuniyetle karşıladılar ve devamının gelmesi için dua ettiler. Bu da üzerimde ayrı bir baskı oluşturdu.
İyi bir okur musunuz? Neler okursunuz?
Kesinlikle çok kötü bir okurum. Bu bir tevazu falan değil. Tüm samimiyetimle söylüyorum. Çok yavaş ve dağınık okurum. İnsan bir kitabı bitirebildiğine sevinir mi? Benim için çok önemlidir bir kitabı bitirebilmek. Uzun süredir, bazı klasik metinler hariç, edebi eser okumuyorum. Daha çok felsefe üzerine okumalar yapıyorum. Klasik düşünce geleneğimizin temel eserlerine nüfuz etmeye çalışıyorum. Öykü yazarken bir yandan da fikri bir olgunluğa erişme çabası sarf ediyorum. Bu fikri olgunluk yalnızca sağdan soldan bilgi ve doktrin toparlama ve biriktirme değil, bunlardan bir insan inşa etme, kendimi inşa etme gayretine işaret eder. Pratiğe dökemediğim bilgiyi taşımak istemiyorum. Yavaş okumamın bir nedeni de belki budur. Az okuyayım ama okuduğumu özümseyeyim, ondan kendime bir pay çıkarayım, kendime onunla şekil vereyim, öylece olayım. Sonra ister öykü yazayım ister yemek pişireyim, olduğum gibi eyleyeyim ve kendimi seyredeyim, tanımaya çalışayım. Konuyu dağıttım mı bilmiyorum.
Favori şair ve yazarlarınız var mıdır? Kimlerdir?
Favori herhangi bir şeyim yok. Buna şair ve yazarlar da dahil… Elbette insana büyük bir hayranlığım var. Kendisinde “insanı” seyredebileceğim; onun imkan ve istidadına dair bir çok şey öğrenebileceğim büyük zatlar bu hayranlığın önemli bir kısmını kendilerinde topluyorlar. Bununla birlikte hayatıma öyle ya da böyle giren, bir köşe başında göz göze gelme süresi kadar dahi olsa münasebet kurduğum her insanda seyredebileceğim ve öğrenebileceğim bir şeyler olduğuna inanıyorum. İlla bir isim vermem gerekirse… Şair olarak Yunus Emre, yazar olarak İbn-i Arabî hazretlerini söylerim. İşin tuhaf yanı Yunus Emre şair değil, İbn-i Arabî yazar değil. Şiirden de nesirden de tam olarak anladığım ve beklediğim de budur. Bu büyük zatların isimlerini zikretme sebebim de şudur: Felsefi metinlerle meşgul olurken dilin ve rasyonel aklın imkanları kullanılarak söylenenlerle muhatap oluyorum. Ve bu muhataplık zihinde gerçekleşiyor. Dolayısı ile her ne kadar mani olmaya çalışsam da diyalektik bir süreç işliyor. Zihnimde bir takım itirazlar veya onaylar oluşuyor kendiliğinden. Diğer yandan irfan geleneğimizin büyüklerinin metinlerini okurken muhatabın zihnim olmadığını fark ediyorum. Çok daha derinde bir yerlere hitap ediyorlar. Ve oradan herhangi bir itiraz yükselmiyor. Hiçbir zorlukla karşılaşmadan nüfuz ediyorlar. Her ne kadar dilin imkanları ile oluşmuş sözler olsalar dahi, size ulaşan şeyin lafızdan çok daha fazlası olduğunu hissediyorsunuz.
İlk kez kitap bastıracaklar için neler tavsiye edersiniz?
Ne diyeceğimi bilemiyorum. Dediğim gibi, ben kitabımın basılması gayesi ile yazmadım. Öyle bir gayeyle nasıl yazılır onu da bilmiyorum. Muhtemelen artık yazarken zihnimin bir köşesinde yazdıklarımın bir kitap olabileceği düşüncesi olacak. Fakat bu yazdığım şeyi veya yazış biçimimi değiştirmeyecek. En azından öyle ümit ediyorum. Onun haricinde söyleyebileceğim bir şey yok. Kitabımın basılma sürecinin nerdeyse hiçbir aşamasına müdahale etmedim. Oturdum, bekledim.