Soruşturma adı: Üryan Soruşturma
Soru: Söz’de Yunus, Siz’de Yunus… Söz’ün varlığa tercüman oluşunda Yunus ve bu tercümanlığın sizde bulduğu karşılıkta Yunus…”
Cevaplayan: Yazar ve Şair Hatice Eğilmez Kaya
Sizde olmasın, Onda siz yok, Biz var
Siz denmesin, Biz densin
Sözde ve özde yan yana gelmesin
Eskitilmiş bir deyim
Şöyle olsun: Öz’de Yunus, Biz’de Yunus, Söz’de Yunus, Giz’de Yunus
Öz bir varlığın ta kendisidir, içinin içidir. Onun ne olduğu sorusunun şüpheye pay bırakmayan yanıtıdır. Varlık, halden hale geçse bile varlığın neredeyse hiç değişmeyen yönüdür.
Suyu düşünelim suyun özü sudur; bazen sıvı, bazen katı ve bazen gaz halinde olsa da su aslını yitirmez. Denizde, gölde, ırmakta, testide ya da bardakta farklı gibi gözükse de içeriği ve içerdiği aynıdır. İnsan da öyledir.
İnsanın özü insandır. Hangi dilden, hangi milletten, hangi ırktan olursa olsun. Boyu, kilosu, zekâsı, güzelliği değişebilse de insan insandır. Elbette özünü -cevherini- koruyabildiği sürece bu böyledir. Yunus Emre insanlık cevherini, insanlığını tertemiz tutmuş bir gönül eridir. “Bir ben vardır bende benden içeri” diye anlatmaya çalıştığı da işte budur.
Yunus’un özü hem içinin en içidir hem de gözle görünen en dış kabuğu, bedeni derisidir. “Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm” dediği özü, maddesel varlığı bir elbise gibi üstüne giyen metafizik yanıdır.
Yunus Emre; Anadolu, Horasan, Yesi kokar. Âdem’dir, İbrahim’dir, Muhammed’dir, Ali’dir, Musa’dır, İsa’dır, Hallacı Mansur’dur, Hoca Ahmet Yesevi’dir, Nesimi’dir, Hacı Bektaş-ı Veli’dir, Taptuk Emre’dir… İyi olan, güzel olan, doğru olan ne varsa Yunus’un özüne sinmiştir, Yunus olmuştur.
Varlığın, Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın “ol” emriyle boşluğa dağılmasından haberdar olan Yunus Emre, cümle yaratılmışı Yaratan’dan ötürü sever. Çünkü bütün varlığın mayasının tek olduğu hakikatine ermiştir.
Yunus Emre söyleştiği sarı çiçektir, dertli dolaptır, ona kendi gurbetini anımsatan göl kenarlarındaki kamışlar, yüce dağların başında salkım salkım olan bulutlardır, yürüdüğü tozlu yollar, akışına hayran kaldığı ırmaklardır. Canlı cansız tüm varlıkla bir olabilen, benlik davasından çoktan geçmiş, kendi erenliğinden habersiz olacak kadar tevazu sahibi bir öz; kine, kibire, öfkeye, ötekileştirmeye tamamen uzak, onlardan uzak olduğu için Mevla’sına yakın bir öz…
Yunus Emre’nin sözü, özünün aynasıdır. Yakmaktan, yıkmaktan, kırmaktan yana değildir onun sözleri. Merhem, ilaç, ılık dağ meltemi, yumuşacık ve bereketli topraktır. Öyle bereketlidir ki bu sözler, çağdan çağa, şardan şara yayılmıştır. Anadolu’da ve Türkçe’nin konuşulduğu birçok yerde herkes onu ve sözlerini sahiplenir. Kim bilir kaç derviş, şiirinin altına Yunus mahlası yazmıştır.
Yunus’un sözü arıdır, durudur, temizdir, herkesçe anlaşılır. Bu nedenle sehli mümteninin en güzel örneklerine ulaşabilmiştir. Yumuşacık, sakince, yormadan ve yorulmadan söyler, yalın söyler, kendi özünü katar söylediklerine. Kurdun kuşun, dilini bilmediği insanların, dağ çiçeklerinin, akarsuların, Anadolu halkının, Yesi dervişlerinin, Horasan erenlerinin, kendisinden önce yaşamış, kendisiyle aynı çağı paylaşmış âşıkların özünü katar sözüne. Süslemez, dolaştırmaz, gizlemez… Onun sözlerinin asıl gizi budur. Ayan beyan söyler fakat bir yandan da perdeler. Ancak gönül gözü açık olanlar görebilir ondaki gizi. Yunus’un sözleri hem görünen, işitilen ve anlaşılandır hem de batın olandır.
Söz anahtardır, hem açar hem kapatır. Yunus’un sözleri sayısız hazinenin kapılarını açan son derece mahir birer anahtardır. Her seferinde şaşarak okuruz onun dizelerini.
Derviş Yunus’un sözleri salt aşktır. İlahi aşktır. Işığın çağrısını algılayabilen her kalbi aydınlatır. “İşitin ey yarenler aşk bir güneşe benzer/ Aşkı olmayan gönül misali taşa benzer” derken insanın var oluş sırrını da işaret eder. İnsan kavga için ya da dava için değil, sevgi için gelmiştir dünyaya.
Âşık Yunus’un sözleri ölümü anımsatır fakat korkutmaz. “Sana ibret gerek ise/ gel göresin bu sinleri/ ger taş isen eriyesin /bakıp görücek bunları” der. “Sevelim, sevilelim, dünya kimseye kalmaz,” deyip uyarır. Ateşte yanarak söyler fakat hiçbir zaman hiç kimseyi yakmaz, aksine serinletir, susuzluğunu giderir. “Ben yürürüm yana yana, aşk boyadı beni kana, ne akılem ne divane, gel gör beni aşk neyledi,” diye söyler. Yalın ayak, maddeden geçerek ilden ile gezen tüm gerçek dervişlerin aziz ruhları da dile gelir o söylerken.
Ve Emre’m Yunus’un sözleri derin sulardaki cevherler gibi hem çok değerli hem de ulaşılması güçtür. “Erenler bir denizdir, âşık gerek dalası, bahri gerek denizden girip gevher alası,” der. Erenlerin de erenlerin sözlerinin de kıymetini ancak sarrafların cevherden anladıkları gibi gerçek âşıklar anlar. Gerçek âşıklar sevebilme yetileriyle anlaşılırlar, nefret edemezler onlar, dışlayamazlar.
Bizdeki Yunus… Bizim Yunus… Sen, ben demeyen “biz” diyen /diyebilen Yunus. Her milletten, her dinden, her dilden insanı sever. Onun için sevgi insanla da sınırlı değildir. Ondaki biz sınırsızdır. Kötüler, zalimler, ezenler, sömürenler hariç… Fakat Yunus onlarla da kavga etmez, kınamaz… Yalnızca adlarını anmamakla yetinir. Yunus’un diline, Yunus’un gönlüne girememek ne büyük ceza, ne hazin bahtsızlıktır.
“Bunlar bir vakt beyler idi / Kapıcılar korlar idi / Gel imdi gör bilmeyesin / Bey hangisi ya kulları…”