Soruşturma adı: Üryan Soruşturma
Soru: Söz’de Yunus, Siz’de Yunus… Söz’ün varlığa tercüman oluşunda Yunus ve bu tercümanlığın sizde bulduğu karşılıkta Yunus…”
Cevaplayan: Yusuf Yıldırım – Yazar
Sözde Yunus
Soruların birçok cevabı var, Yunus Emre derinliğinden gelen. Ayrıca Risâletü’n-Nushiyye, şerh edilmişçesine, okunmuşçasına hazırlanmış sorular. Çünkü bu soruların her birinin çok yönlü cevabı, Risâletü’n-Nushiyye’de hazır bekler.
Yunus Emre’de söz; tabi ki birinci eylemdir. Ancak nihâî amaç değildir. Söz onun düşüncelerinin, şiirle kurduğu anlam evrenin anlatılmasında ve anlaşılmasında aracıdır. Çünkü Yunus Emre’de sözden öze, özden öz varlık Allah’a bir yol vardır.
Risâletü’n-Nushiyye’nin iki önemli dizesindeki söz ve öze yapılan atıflar önemlidir. Sufi kimliği altında kendisine “sen” diliyle ağır bir eleştiri yaptıktan sonra sözü kendine getirir ve “sözüm kendözümedür nükte degül” der. Burada kinayeli söyleyişle iki incelik gizlenmiştir. Her ne kadar güzel söylese de söz söylemede birincil amaç, güzel, ince ve büyük söylemek değildir. Öncelik etkili ve kalıcı bir söyleyişle câna ve cân içi öze değinebilmektir. Bu ayrıntı önemlidir çünkü birçok şair, düşünür ve yazar, sözü bir incelik, bir anlam derinliği gözeterek söylemek isterken Yunus’un derdi câna bir yol açmaktır.
Bunun için de insanın kendini tanıması gerekir. Ne yanlıştır ki, insan; kendini doğuştan tanıdığını sanır. Oysa özde kendini bilmeyen insan; bir bedene sığdırılmış, yüzbinlerde duygu, değer ve düşüncenin bileşimi soyut bir varlıktır. O soyut varlığın tanınması Yunus Emre’de birincil görevdir. Ve Yunus Emre “seni şerh eyleyüb seni anasın” dizesiyle sürekli kendini düşünüp, kendini irdelemesini ve çözümlemesini ister, insandan. Dizedeki “seni şerh etme” insanın kendini en ince ayrıntısına kadar bilmesi, tanımasıdır. Böylece insan içindeki iki büyük güçten hangisini dost hangisinin düşman olduğunu görecektir. Bu güçlerden biri onu daha derindeki kendi cânına ulaştıracaktır. Bu bedenden öze bir yolculuktur. Nihâyeti Hakk’a ulaşmaktır. Hakk’a ulaşmanın yolu, insanın kendini tanımasından geçer.
Siz’de Yunus…
Klişedir, o bir yana dünya bir yana! Yunus da öyle! “Sanki tüm şiirlerini, şiirlerindeki tüm duygu, düşünce, değerleri sadece benim için söylemiş” gibi bir hisse tutulurum. Erdemli yolların engebelerinde elimden tutar, beni götürür. Hayatın gerçeğini, asıl ufku, maddeyi, manayı, Hakk rotasını dosdoğruca, kolayca gösteriverir, öğretiverir. Burası daha çok afakîdir, herkes söyleyebilir. Şu var ki, insan için en zoru, diğer insanlarla giriştiği bin bir çeşit ilişkidir. Bu ilişki sarmalından ilkelice, saygınca çıkmanın yolu deyim yerinde tüyoları Hazreti Yunus’ta gizlidir. Çünkü o hem Risâletü’n-Nushiyye’de hem divanda doğru ve güzel yaşamanın anahtarını verir, okuyucusuna.
Daha ötesinde Yunus’un şiirini okumak, onunla konuşmaktan ziyâde onunla sohbettir, dem be dem, an içinde an tazelenmedir. Onun şiirlerine yüzünden bakmak, sadece sözcükleri okumaktır. Asıl olan onunla konuşabilmek, ondan enerji alabilmektir. Bundandır ki, işaret ettiği asıl manaya yoğunlaşmak gerek.
Yunus Emre’nin dizeleri bir başlık, bir slogan gibi çarpıcıdır, etkileyicidir. Her bir sözü, içte bir duyguya, bir düşünce ya da değere karşılık gelir. Yunus Emre Hazret’in sözdeki asıl amacı da insandaki bu maneviyat noktalarını harekete geçirmektir.
Söz’ün varlığa tercüman oluşu…
Varlık Yunus Emre’de hem insandır hem de kâinattır. Varlığın yaratılışını, “bugından bug çıkardı” sözleriyle açıklar. Buğu, buhar anlamındaki bug, alemleri, galaksileri simgeler. Bu açıklama, hazarat-ı hams ya da tenezzülât-ı seb’a anlayışına göre varlığın katman katman yaratılışı görüşüne de uygundur. Bu noktada Yunus Emre Allah, varlık ve insan boyutunda geometrik bir koordinat çizer, soyut bir denklem oluşturur ki, insan kendisini Allah ve varlık karşısında zihnen konumlandırır. Hiç, cennet, cehennem, sidretülmüntehâ, ruhlar, melekler alemi gibi ayrıntılara girmez ki bu dünya yaşamının gereksizlerinden olduğunu bilerekten.
İnsan da iç dış yapısıyla ulu, mükemmel bir varlıktır. Beden, nefis, gönül, akıl, kalp, cân ve sır biçiminde katmanlı bir yapıya sahiptir. Beden görünendir, bilinendir. İçtekileri görmek için bir başka göz gerekir. Kimi zaman cihandır, kimi zaman alemdir o iç dünyanın adı.
“bu muhtasar cihân, iki cihanca” dizesiyle insanın kendi içinde iki büyük alem olduğunu “iki sultan durur sana havâle” dizesinde de bunların insanı yönetmek isteyen iki güç olduğu dile getirilir. Bu iki büyük gücün iyisi gönül, kötüsü nefistir. Her ikisi de daha içte olan câna ulaşmak, onu ele geçirmek ister. Nefis ele geçirirse şeytan galip gelecektir. Gönül canı tutar ve korursa Hakk yoluna devam edecektir.
key lâtîf cân gerek Şâh hazretinde
Hak yolunda cân; tertemiz, her şeyden arınmış sadece ilk günkü gibi bir nura dönüşmelidir. Çünkü cân da Allah’ın bir nurudur. Nur, lekesiz, katışıksız saf bir özdür. Cân da öyle olduğunda ancak Allah katına çıkabilecektir. Katışıksız bir cân olabilmenin yolu nefisten arınma kadar gönülden de vaz geçmekle olur. Kısaca “ağyar” gerçekleşmeli, kalpta Allah dışında ne varsa hepsi ayıklanmalı, dışarı atılmalıdır.
ten fânidür cân ölmez çün gitdi girü gelmez
ölürise ten ölür cânlar ölesi degül
Ten yani beden toprak, su, hava ve ateşten, maddeden, nesneden yaratılmıştır. Maddi olan, sonludur, kusurludur.
Ancak cân nurdandır. Nurda bozulma, eksilme, parçalanma, eskime gibi özellikler görülmez. O bir gün, koptuğu bütüne kavuşacaktır. Dolayısıyla geri gelmez.