Kadın bir yönetmenin, Yeşim Ustaoğlu’nun son filmi Tereddüt, kadının toplumsal konumuyla ilgili beklenenin dışında bir yaklaşımla önümüze geliyor. Kadın sorununu belli cephelerden tartışan kalabalığın dışına çıkarak yeni şeyler söylüyor Yeşim Ustaoğlu. Kadına yönelik şiddeti belli bir gruba endeksleyen ideolojik şartlanmalara böylece başkaldırıyor. Konusuna ön yargılardan arınmış bir bakışla bakıyor. Kadının Türk toplum yapısındaki yerine ilişkin daha inandırıcı şeyler sunuyor. Ustaoğlu’nun feminist eğilimler başta olmak üzere tüm ideolojik gruplaşmaların ve genellemelerin üstünde bir konumda durmak istediğini algılayabiliyoruz. Bunun bir yönüyle kadın filmi olmadığını ve insanın tekil dramına dönük bir hikâye olduğunu özellikle vurgulamak gerekir. Yönetmenin filmin daha çok erkeklerce izlenmesini arzuladığını dile getirmesi bu düşüncelerimizi doğruluyor. Ustaoğlu, bugüne dek söylenmiş sözleri tekrarlama ucuzluğuna sığınmak yerine; bir sanatçı bilinciyle çıktığı içsel yolculuğun onu getirdiği noktadan konuşuyor: “Aslında bir yüzleşme ve keşfediş hikâyesi. Sonunda kendi kendinle baş başa kalabilme hali. Nihayetinde bir başkasının vermediği, veremediği değerin içine sıkışıp kalmak değil de; bir gün kendi kendine dur ben kimim ve nasıl bir değerim diyebilme hali. Film bunu söylemeye çalışıyor. Biz etrafımızdaki örgülerle sıkışıp kalıyoruz. Çok seçilmiş, çok incelmiş bir hayatın içinde empatiyi, sevebilmeyi bilemiyoruz. Sadece iş birliği yapıyoruz.” İnsanın verili gerçeklik içinde tıkanmasını ve bu tıkanıklığın insan hayatını kangrene çevirmesini ele alıyor yönetmen. Bu sözlerinde olduğu gibi filmde de sahip olduğu meselesinin peşinden gidiyor.
Tereddüt, samimi iki dram kişisinin seyirciyle hasbihal etmesini andırıyor. Yönetmen, topluma sinmiş tüm riyakârlıkların karşısında duruyor. Bunu yaparken iki zıt kadın karakteri, aynı acı ekseninde buluşturuyor. Biri (Elmas) muhafazakâr bir çevrede yetişmiş, geleneksel değerlerle donanmış, yoksulluk ve eğitimsizlikle yüzleşen henüz birey olma yolculuğuna çıkamamış bir karakterdir. Diğer karakter (Şehnaz) ise seküler hayat tarzına sahip, modern, maddi özgürlüğe kavuşmuş, eğitimli ve yetişkin bir kadındır. Şehnaz (Funda Eryiğit) İstanbul’a yakın, Karadeniz’e kıyısı olan bir taşra kasabasında psikiyatr olarak görev yapıyor. Çocuk yaşta babası yaşında bir adamla evlendirilen Elmas (Ecem Uzun) ise eşi ve kayın validesini öldürdüğü iddiasıyla suçlanınca ruhsal bunalım yaşayarak hastaneye yatırılıyor. İki kadının yolları işte burada çakışıyor. Farklı yaşam tarzlarından gelen iki kadın da erkeklerin merkezi konumda bulunduğu hayatlar yaşıyor. Maddi özgürlüğe sahip, yetişkin ve saygın bir mesleği bulunan Şehnaz’ın da kendi fantezilerini tatmin etmek isteyen, duygu yoksunu megaloman bir erkeğin yörüngesinde dönmesi kadın-erkek ilişkisine dair klişe yaklaşımları yerle bir ediyor. Yaygın kanıya göre okumuş ve meslek sahibi kadınların şiddete maruz kalmadığı düşünülürken; film aydın bir kadının da tıpkı cahil ve yoksul bir kadın kadar bedensel sömürüyle karşılaşabileceğini söylüyor. Üstelik cinselliğin fiziksel şiddetten daha sert bir şiddet aracına dönüşebileceğini gösteriyor. Psikiyatr Şehnaz karakterinin ayağı oldukça yere basan, zeminini gerçek hayattan alan bir karakter olduğu görülüyor. Bu karakterin Elmas karakterine göre daha ustalıkla oluşturulduğu anlaşılıyor. Ustaoğlu’nun kendi hayat deneyimine daha yakın olduğu söylenebilecek Şehnaz karakterini oluşturmada yeterince başarılı olduğu ifade edilebilir. Ancak aynı başarı Elmas karakterinde kendini belirgin etmiyor. Elmas’ın yaşadığı dünyanın zemininin oturmadığı, yönetmenin uzağına düşen bu dünyayı oluştururken yapay bir ilişkiler ağı kurduğu görülüyor. Bu da bir bakıma filmin dramatik yapısını daha da bütünleyen bir forma kavuşuyor. Aynı ülkede yaşayan iki farklı dünyayı buluşturan yönetmen, kendi içinde bulunduğu dünya ile anlatmaya çalıştığı dünya arasındaki uzaklığı da belirginleştiriyor böylece. Bu durumu Ustaoğlu şöyle anlatıyor: “Seçimleri, heyecanları, kurdukları ilişkiler bambaşka… iki ayrı hayattan geliyorlar, ayrı sınıftan geliyorlar ama biri dediğimiz gibi seçilmiş bir hayatın içinde, her şeyi bilinçli bir seçimle yaşamış ona rağmen bir ilişkide manipüle ediliyor, istemediği bir şeye maruz kalıyor. Kendi bedeninin, zihninin istemediği bir ilişki biçimine maruz kalıyor. Bundan mutsuz olmasına rağmen bunu sürdürüyor. Sürdürülebilirliği olmamasına rağmen sürdürüyor. Diğeri, istemediği, seçme şansı bile olmadığı, bunun sorulmadığı, bunun sorulacağı yaşa bile sahip olmadığı durumda cinsel ilişkinin göbeğine bırakılıyor.” Yönetmenin burada iki hayat tarzını yan yana getirmesi, seyirciye bir iç muhasebesi imkânı sağlıyor. Ancak yönetmenin karakterlerin yaşadığı çıkmazı cinselliği merkeze alarak ve genelleştirerek sunması filmin inandırıcılığını yitirmesine sebep oluyor.
Ustaoğlu, hem sıkıntıyı hem de ıstırabı bulanık bir atmosferde sunuyor. Dalgalı deniz, yağmurlu havalar, fırtına, gök gürültüsü, aniden açılan kapı ve pencereler filmin genel ruhuna uygun biçimde tekinsizlik hissi oluşturuyor. Yönetmenin atmosfer oluşturmada ve oyuncu seçiminde başarılı olduğu söylenebilir. Bununla birlikte Ecem Uzun’un bir sahnesini saymazsak filmin neredeyse tümünde duyguların yerli yerinde kullanılamadığı görülüyor. Bütün bunlara rağmen Tereddüt, konusuna yeni ve özgün bir bakış getiriyor. Değeri buradan geliyor.

%d blogcu bunu beğendi: