Yabanıl hayatların güncesi gibiydi yitip giden ömrünün tamamı… Kötü kalplerin yaman aşinalığından bıkıp usanmış, sevgisizlikten çırpınan, çırpındıkça yapay mutlulukların içine gömülen ömürleri görmüştü hayat yolculuğunda… Bir kapıdan girip öbür kapıdan umarsızca çıkanları tanımıştı… Anlaşılmaz ömürler, garip duygular duyumsamıştı duyumsamasına da kendi yalnızlığından, içini bir mum alevi gibi usulca ve biteviye yakan o kordan, penceresiz, bir yudum ışıksız yıllarından büyük değildi hiçbiri… Bir sonsuz büyüklük, bomboş… Bir hiçti belki de… Puslu, gözü yaşlı bir pazar sabahı parkta tek başına yürürken sessiz çığlıklarla anlatıyordu bunları kendine ve hayıflanıyordu geçen şu koca ömrün bomboşluğuna, kimsenin onu anlamadığına ve sevmediğine…
Yazmıştı ömrü boyunca, her konuda… Hayatını anlamlı kılan, içindeki koskocaman, doldurulamaz boşluğu bir nebze olsun gölgeleyen yazılarını çok sever, hepsini biriktirir, kendince önemli gördüklerini büyüterek görebileceği bir yere asardı. Haftadan haftaya değişirdi bu duvardaki yazı metinleri… Yazılarını hatırladı birdenbire, kum taneciklerinin sonsuzluğu gibi, hiç bitmeyecekmiş gibi yazılarını… Masumiyetin sembolü yazılarını, hayatının en masum yüzünü… Hüzün yüklü bir gülümseme yayıldı yüzüne, biraz sonra eski melankolisine döneceğini bilerek yapıverdi işte bunu…
Herkesten farklıydı o, bunu biliyordu, koskocaman yalnızlığı içinde farklı… Hayatın meşakkatlerini bunca dert edişi, mutluluk, sevgi yolunda ümitsizce, anlamsızca yürüyüşü, sonbaharda bir çınarın altından geçerken önüne düşüveren güneş renkli yaprakların utangaçlığına üzülüşü, bir muhabbet kuşunun şakımasındaki burukluğa hüzünlenişi de bunu göstermiyor muydu zaten? Evet, farklıydı o. Bu yüzden çevresindeki sahte gülücüklü yüzlerce insan dahil olmak üzere onu kimsenin anlamadığını düşünüyor, insanlardan incelik bekliyor, ancak kabalıklarla karşılaşıyor, üzülüp, sinirleniyor, bu yüzden ‘çekilmez’ oluyordu her ne hikmetse…
İnsanlara “asıl çekilmez sizsiniz” diye haykırmak istedi. “Sevginin insanı dünyadan koparması gerektiğini, sevginin ancak bu şekilde sevgi olabileceğini bilmezsiniz, o hep özlenen mutluluğun beklenmedik bir anda insanı kuşatıvermesini anlayamazsınız” diye haykırmak istedi.. Ama, yapamazdı işte, insanlarla iletişiminde maske takması, yapay, yapmacık olması gerekiyordu… Derin bir of çekti içinden, bu şekilde hiç bir şeyi halledemeyeceğini düşündü, ‘kimsenin beni anlamasına gerek yok, ben kendimi anlıyorum ya, sonsuz yalnızlığımı sevebiliyorum ya” sözleri döküldü gayriihtiyari dudaklarından. Yürümeye devam etti.
Doğarken ve ölürken yalnız olan insanoğlunun, yaşamının her anında da yalnız olduğunun bilincinde olarak yürüdü bekâr odasına… Ona alışmayı, onu sevmeyi, onunla yaşamayı öğrendi gel zaman-git zaman…