Görülmeyeceğim. Yeşil yapraklarınız arasında salınan bedenimden yere düşmüş bir gölgeden daha fazlasıyla gelip geçmeyeceğim arafınızdan. Ki ben, bir türlü sükûna erememiş inançlarınızın üzengisine yapışmış bir kader gibi sürüklenip durdum ‘gel’ ve ‘git’leriniz arasında. ‘Değer’in ‘değersizlik’ e çarpıldığı o meşum terazinin hangi kefesinde olduğumun, bir farkı değil, katı bir farksızlığı işaret ettiğine ömrümden daha uzun bir zamanı dolduran tanıklığım, ağıtından kopmuş bir türkünün yutkunmalarından başka bir şey değildi.

Sesimi kesiyorum. Naralarım, içime kurduğum şehrin sokaklarında bir eski zaman şarkısının sesini ürpertecek artık. Cürmünüz, o gülü koparmak değildi. Size selam durmuş bir dağı oynatmaktı yerinden.

Farksızım. Yalnızlığımla saklambaç oynayacak kadar farksızım. Saklandığım köşelerden bir bir bulup çıkarıyorum kendimi. Yalnızlığıma tuttuğumda bana benzemeyen farklar görüyorum yüzümde.

Biliyorum, bundan böyle sessizliğimde uyumayacak sesiniz. A efendim, siz kaç hayatta ihtiyarlamış bir yorgunluksunuz. Oysa diyorum. Hayır, oysa demiyorum. Çünkü her ‘oysa’ dünün içine sıkışıp kalmış bir feryattır. Çünkü ‘an’ın türküsü vardır, dünün değil. Çünkü türküler, gelmeyecek olanı gelmeyeceği yerde değil, geleceği yerde bekler. Çünkü türküler kaybedileni bulamayacağı yerde değil, bulacağı yerde arar. Bir de efendim türküler için ölüm, bir son nefesle terk etmek değildir dünyayı. Öbür tarafta başlayacak hayatın ilk nefesi olarak saklar o son nefesi türküler.

Geciktirilmiş bir yaşamak mı dediniz. A benim canım efendim, atmak üzere olduğunuz hangi adımınız için şimdi değil sonra atarım dediniz. Veya hayır, şimdi olmaz, bir on yıl sonra âşık olurum dediniz, çarpıldığınız simaya. Ya da şöyle demiş olabilir misiniz: Beklet sütünü anne, altı ay sonra emmeyi düşünüyorum seni.

Altından minderi çekilmiş bir dünyanın durup dinleneceği bir yer gösterebilir misiniz efendim. O halde biz hangi yorgunluğun sinesini kanatan bir dikeniz.

O hayat, böyle yaşanmıyor burada. İki büklüm olsa da burada yıldızlar, düşmüyorlar gökyüzünden. Üstelik efendim, buraya düşen her kar tanesi eriyor fıtratınca, donup kalmıyor korkudan.

Sizden öğrendiğim bir şey var efendim: Titremenin öğrenilmiş bir şey olamayacağını öğrendim sizden.

Aslında çok şey öğrendim sizden.

Neler mi?

Aah efendim, kendimi saymamı beklemeyin benden.