Binlerce yıllık sevda geleneğinin menfi tezahürüdür yalnızlık; ki bir o kadarımız terkedilmişliği tatmıştır. Acı çekmenin en iyi, muhasebenin en kolay yoludur. Şairliğe ilk adım ve arabesk bir mazohizm, kuvvetle muhtemel gidenin ardından ve hemen başlar.Yıllarca sürebilecek bir yalnızlık devresinin en sürükleyici, en en etkileyici zamanları ise beraber yaşanılan son dakikalardır.
Her zaman; bir telefon, bir mektup ya da bir davet bekleyen taraf, bu defa ilk adımı atarak, buluşma -yani ayrılma- noktasını tayin eder. Artık geriye sayım başlamıştır. Sürekli geç kalan sevgili bu randevuya beş dakika erken gelmiştir. Dersini iyi çalıştığı gözlerinden bellidir. Herşeyi önceden belli eden yarı riyakâr bir gülücük rüzgara karışır kahramanımıza ulaşmadan. İçinde geleceğin eridiği çaylar söylenmiştir. Söze başlamadan evvel, hal hatır sorulur, bir iki medyatik konu hakkında fikir beyan edilir. Bir süre sonra, yüzlerin birinde zafer diğerinde hezimet ve kaybetmenin ilk işaretleri belirir. Buraya kadar yaşananlar, klasik bir terketme/terkedilme ritüelinin pratik aşamalarıdır. Daha subjektif ve duygusal(!) kısım bundan sonra başlar.
Üstün hizmet ve gayretlerinden ötürü plaketle ödüllendirilmiş bir üniversite hocasına karşı yapılan şükran konuşmalarına benzer bir sözlü metinle konuşma başlar. Bir terkediliş anının olmazsa olmaz bağlayıcı hükmü ise “biz iyi dostuz,arkadaş kalabiliriz” temennisidir. “Ben acı çekiyorum, senin de çekmeni istemem, daha fazla dayanamayacağım” ihtarı vurulan ilk darbedir. Sonra yenilen tarafın gözleri, darbenin hem ruhsal hem de fizikî tesiriyle dolmaya başlar. Gerçekleşmesi her an mümkün bu nazariyeyi tarif ederken; anlatımda kolaylık olması açisindan “zalim” kelimesiyle ifade edeceğimiz karşı taraf, zaferinin ilk raundunu kazanmıştır.
Bu dakikadan sonra, vicdanı rahatlayan zalim,kendisini mazluma karşı aklamak için, birtakım şiir benzeri cümlelerle, lafı “sen çok iyi birisin,herşeyin en güzelini hakediyorsun” seramonisine getirir. Yavaş yavaş bir yalvarma gayreti başlamıştır kahramanımızda. `Lütfen, hayır, yapma, yalvarırım` kelimelerini zihninden geçirirken, bazılarını ağzından kaçırır. Mazlumun dilinden dökülenler, zalimin sadizm kokan hislerine verilmiş bir primdir. Bu sırada çaylar tazelenir ve şekerini karıştırma ihtiyacı akla bile gelmez. Çünkü, zaten büyük bir girdabın kıyısında -ve düşmeye namzet- dolaşan kahraman, çay kaşığının oluşturduğu o minik girdaba tahammül edecek durumda değildir.
Nerede hata yaptım? sorusu binbir umutla sorulur. Sanki, yapılan hatalar hatırlatılacak, özürler dilenecek, bu seferlik affedilecek ve büyük bir yanlıştan geri dönülecektir. Bu çocukça temenni, kahramanımızı birkaç dakika idare eder. O sırada çayını yudumlamakta ve bardağı her an fırlatacakmış gibi tutmakta olan zalim, bir politbüro üyesi soğukluğunda konuşmaya başlar. “Neden anlamak istemiyorsun, bir sebebi var ya da yok, bu mesele kapandı işte” diyerek kararlılık konusunda ne kadar ciddi olduğunu tescil eder. Bu noktada; ‘tükeniş’ kelimesinin gizli kalmış bütün manalarıyla tanışan kahramanımızın ağlaması, nazariye itibariyle esastır ve bu durum, sessizce ve gözyaşlarını içine akıtmak suretiyle gerçekleşmelidir.
Kahramanımızın soluk alışındaki değişikliği farkeden zalim, doğal olarak işkencenin evrensel ilkeleriyle hareket ederek, timsahlara has bir hüzün anını yaşar. Zoraki bir tebessüm ise hemen arkasından gelir.
Bu sırada mazlumun kendisi tarafından o anda yazılmış ve yine kendisi tarafından sahnelenen monolog, bütün ihtişamıyla devam etmektedir. Bu konuşma eşyanın tabiatı gereği, en az, bir ortaçağ filozofunun ruhuyla hesaplaşması kadar hazin ve etkili olmak zorundadır ve edebî anlamda belli bir orjinalite seviyesini zorlamalıdır. Ancak bu konuşma, hükmünü çoktan vermiş olan zalimde sadece zaman kaybı ve demagoji hissi uyandırmıştır. Son bir defaya mahsus olmak üzere ‘üzülme’ ihtarı geldikten sonra, kahramanımız sözün bittiği yerde ve acizlik makamında kalır.
Diş hekimi randevusu, yabancı dil kursu, annesinin ‘geç kalma’ uyarısı ve ya ‘kardeşimi okuldan alacağım’ bahanelerinden uygun olanı seçip derhal masadan kalkan zalim, muradına ermiştir. Mazlum ise bu işin burada bitmeyeceğinin ve daha birçok defa şansını deneyeceğinin ilk sinyallerini vermiştir. Üstelik uzattığı el havada kalmıştır ama yine de “uzattığımı farketmemiştir” diyecek kadar bağlıdır. Toz kondurmama faaliyeti bundan sonra sürat kazanacaktır.
Üstünden büyük bir yük kalkmışa benzeyen zalimi rahat, mazlumu ise uykusuz günler beklemektedir. Her zaman azamî bir iştahla yenen yemekler, artık çatalın ucuyla eşelenmekte; çorbanın kaderi ise bir kaşık alındıktan sonra anneye ya da babaya devredilmektir. Etraftaki herkese karşı, tersleyici bir tavır sergilemek gayet anlaşılır bir durum olur ve yataktan kalkmak için ideal yön sol taraftır.
Aradan geçen birkaç hafta sonunda, terkediliş acısı azalmak yerine artmış ve kahramanımızın bütün beklentilerinin aksi istikametinde ilerlemiştir.
Yalnızlığın mazlumda bıraktığı isyan duygusunun çılgınlıkla buluşması ise felaketler zincirinin ilk halkası olmuştur. Yazılan kötü şiirler fotoğraflarla harmanlanıp ateşe verilir. O’na verdiği hediyelerin akıbetini düşünür. O’ndan gelen hediyelere gelince; O zaten hiç hediye vermemiştir…Kahramanımızın gözünde O herşeye rağmen güzeldir ve her daim güzel kalacaktır ve yine kahramanın iddiasına göre asla unutulmayacaktır.
Bu duygularla iyice bilenen mazlum, milyonlarca terkediliş vakasının en temel kaidelerinden birini yerine getirmekle yani zalimi tekrar aramakla mükelleftir. Uygun bir zamanda, dikkatli bir lisanla ve arkadaş aksanıyla arayan mazlum, bir görüşme günü koparır. Çünkü bütün terkedenlerin bu tavrı müşterektir ve halâ akıl sır erdirilememiştir. Ancak bu defa gerçekten son görüşmedir ve her iki taraf da ihtiyatlı bir şekilde vuslat anına kilitlenmiştir.
Farkedilebilir değişiklikler hem zalimin hem de mazlumun oyunu doğru oynadığını gösterir. Ayrılık gününde bileği boş olan ancak şimdi, gümüş künyesi, hafif makyajı ve güneş gözlüğüyle, aksesuar konusunda kendisine cömert davranan zalimin bu hali mazlumda yoğun bir şaşkınlık krizine yol açmıştır ancak kendisinin de; jöleli saçları, ütülü gömleği ve çifte sürülmüş losyonuyla altta kalır yanı yoktur. Bu sefer, her iki taraf da dersini iyi çalışmıştır. Tipik bir fırtına öncesi sessizlik hakim olur evvela. Sonra yavaş yavaş eski defterler açılır. Mazlumun defterinde boş sayfa yoktur ama buna karşılık zalim, silinmesinin kolay olması bakımından defterini kurşun kalemle tutmuştur. Belki de bu yüzden en sevdiği savaş aleti tank değil silgidir. Son kozlar ortaya sürülür, bir şans daha tanınması mecburiyetmiş gibi zalime dayatılır. Ancak, sertlik ve kendi tezlerine sadakat alanında, zalimin eline dökülecek bir damla su yoktur. Böylece umutlar da tıpkı su gibi buharlaşarak ortadan kaybolur. Mazlumun yüreği, 100 C’de kaynamakta ve bu fizik denklemi, nazariyeyi ilmî manada desteklemektedir.
Cevabı daha başından belli sorular sorulur, teklifler, yeni fikirler gündeme getirilir ve kahramanımız bütün şirinliğini kullanarak şansını dener. Birkaç saniyelik suskunluğa bile tahammül edemeyen zalim, ‘a’ sesinin üç kere telaffuz edildiği katılaşmış bir Haaayır! cevabıyla oturumu kapatır…
ve artık herşey pratiktir; bitmiştir.
Bu noktada mazlumun üzerine düşen yegâne vazife, sözde teskin eden ve bütün sıkıntıları alıp götürdüğü iddia edilen, alkol dahil cümle günah alternatiflerinden uzak durmaktır. Çünkü, muhakkak ki hakettiği duyguyu yaşayacak ve zulüm kelimesini sadece tarih kitaplarında görmüş olan bir güzel tarafından sevilecektir.